Yazı kategorisi: Genel

Sen de Paşasın

Tosunpaşa: “Sen de paşasın, ben de paşayım…” ve Bir Ülkenin Siyasi Analizi

Geçenlerde bir gece yine nostalji gazına bastım. Film arıyorum, şöyle içi dolu ama beni yormayacak. YouTube sağ olsun, algoritma tam bir psikolog gibi ruh halimi okumuş: “Tosunpaşa” öneriyor. Dedim, ehh tamam ya, gülüp geçerim. Ama yok. Film başladı ve o ilk sahneden itibaren bir tuhaflık hissettim. Bu sadece bir komedi değildi. Gülmeye gelmişim ama içimden bir ses “kardeşim bu filmde bir numara var” diyor.

Ve doğruymuş.

Tosunpaşa, o meşhur Yeşil Vadi meselesi var ya… aslında Türkiye tarihinin küçük bir özeti gibi. Güya iki aile Yeşil Vadi için kapışıyor. Telliğulları ve Seferoğulları. Ama olay sadece bir toprak kavgası değil. Aslında film boyunca bir ülkenin sağ-sol çatışması, askeri vesayet, siyasi çıkarlar, halkın bölünmüşlüğü, unvanların sahte kutsallığı ve tabii ki dışarıdan gelen “gerçek güç” çok tatlı ama vurucu bir dille anlatılıyor.

Film 1976 yapımı. Yani 1971 askeri muhtırasının hemen ardından… O dönem Türkiye öyle bir halde ki, sağcı solcuyu kesiyor, solcu sağcıyı. Her gün bir cinayet, bir sokak çatışması, her köşe başı ideolojik devriye. Devlet yönetimi ise, “Yukarı tükürsem bıyık, aşağı tükürsem sakal” diye diye ipin ucunu çoktan kaçırmış. Derinlerde bir yerlerde ordu sessizce bekliyor. Ne zaman ki herkes birbirine giriyor, ordu sahneye çıkıyor: “Hadi bakalım çocuklar, dağılın.”

İşte Tosunpaşa tam da bu ortamda çekiliyor. Filmin karakterleri, tipleri, olay akışı… her biri bir şeyleri temsil ediyor. Ama o kadar şekerle kaplanmış ki bu temsiller, sansür bile “ya bunlar sadece gülüyor” deyip geçmiş. Ama şimdi gel, o şekeri sıyırıp altındaki “acı ama gerçek” kısmına bakalım.

Daver Bey var mesela. Leyla’nın babası. Kız kim? Türkiye. Yeşil Vadi de Türkiye’nin o bereketli ama paylaşılmayan tarafı. Daver Bey ne yapıyor? Herkese mavi boncuk dağıtıyor. Sağcı geliyor, “haklısın oğlum” diyor. Solcu geliyor, ona da “sen de haklısın evladım” diyor. Ama karar veremiyor. Çünkü asıl güç onda değil. Koltuk var ama arkasında tüfek yok. Sembolik bir figür o. Yani dönemin siyasi lideri… İster Demirel de ister Ecevit… fark etmez. Onlar da biliyordu asıl gücün nerede olduğunu: Ordu.

Ordu kim peki filmde? Gerçek Tosunpaşa. Film boyunca adını herkes duyuyor ama kendisini kimse görmüyor. Ta ki ortalık iyice karışana kadar. Ne zaman ki Telliğulları ve Seferoğulları birbirine giriyor, ne zaman ki Leyla’ya kur yapma işi güreş müsabakasına dönüyor… paşa geliyor. Ve ne yapıyor? “Herkes duysun ve bilsin ki hakiki Tosunpaşa benim.”

İşte burası çokomelli. Çünkü burada sadece “ben geldim” demiyor, “sizi izledim, izledim, artık yeter, şimdi devreye giriyorum” diyor. Tıpkı 1980’de olduğu gibi.

Bak bir de şu detay: Telliğulları askere yanaşmaya çalışıyor. Uşağı Şaban’ı paşa gibi giydirip Daver Bey’in karşısına çıkarıyorlar. “Sen Tosunpaşasın” diyorlar. Şaban da zaten fırsat bekliyor, “Haa ben de paşayım, sen de paşasın, onlar da paşa…” diye dalıyor mevzuya. Bu sahne var ya… Türk halkının unvana, forma, apolet ve etikete olan düşkünlüğünü tokat gibi yüzümüze vuruyor. Ceketini değiştir, sana “Beyefendi” demeye başlıyoruz. Oysa aynı adam, dün senin yan apartmanda ekmek kuyruğundaydı ve senin umurunda bile değildi.

Bu sahnede Şaban kendini aynada görünce selam duruyor ya… O sahne metafor değil, metin.

Sonra işler iyice karışıyor. Şaban güreş müsabakasına çıkıyor. Aslında hiçbir halt bildiği yok ama karşısındaki Sufi, “Bu paşa ya, ne olur ne olmaz” diyerek kaybediyor. Tıpkı toplumun bazı figürleri hiç sorgulamadan “o büyük biri herhalde vardır bir bildiği” diyerek putlaştırması gibi.

Film ilerledikçe iki aile iyice saçmalamaya başlıyor. Şaban’ın gerçek Tosunpaşa olmadığını anlayan Seferoğulları “öldürelim” diyor. Burası da ilginç. Çünkü o dönemdeki bazı silahlı örgütlerin “başka yol kalmadı” diyerek şiddete yönelmesini de tiye alıyor film. Babacan bir tavırla, “evlatlarım, başka çaremiz yok” diyerek cinayeti meşrulaştırmaya çalışıyorlar. Yani film sadece devlet-ordu halkasıyla değil, halkın kendi içindeki bölünmüşlüğüyle de uğraşıyor.

Ve sonra… gerçek Tosunpaşa geliyor. Şaban’a, “emrinizdeyim paşam” diyerek eğiliyor. Ama niye? Çünkü biliyor ki Şaban kukla. Asıl planı yapan Lütfi. Ve gerçek Tosunpaşa, bu planın peşine düşüyor. Diyor ki: “Ben o hainin kim olduğunu buldum. Daver Bey.”
Bu cümle öyle kuru kuru değil. Askerin, siyasete olan mesafesini, hatta zaman zaman politikacıları nasıl tehdit olarak gördüğünü anlatıyor.

Sonra ne oluyor? Herkes birbirine giriyor. Gerçek Tosunpaşa, “ben buyum” diye ortalığa çıkıyor ama aileler durmuyor. Kavga devam. O da bırakıyor. Seyrediyor. Sonra bir anda dönüyor, Leyla’yı görüyor ve diyor ki: “Bu kim?”
Cevap geliyor: “Kızım.”
“Peki, ben alıyorum.”

Boom. Final.

Leyla da gitti, Yeşil Vadi de. İki aile birbirini yerken, dışarıdan gelen biri her şeyi aldı. Ve sonunda ailelere deniyor ki: “Bir daha Yeşil Vadi’ye adım atmak yok.” Yani ülkeyi paylaşamadınız, yönetemediniz, çözemediniz… dışarıdan biri geldi, hepinizi süpürdü.

Film resmen diyor ki: “Siz bu kavgaya devam ederseniz, bu halkı bölerseniz, unvanların peşinde koşup içeriği boşaltırsanız… bir gün gelir, biri gelir ve ikinize de haddini bildirir.”

Ve ne oldu? 1980. Hepimiz haddimizi bildik. Sağcısı, solcusu, İslamcısı, liberali… herkes darbenin tokadını yedi. Çünkü biz hâlâ “sen misin paşa, ben miyim paşa” kavgasındaydık. Kimse paşanın aslında kim olduğunu sormadı.

Bugün hâlâ “Tosunpaşa”yı izleyip sadece gülen varsa, biraz yavaş izlemeyi denesin.

Yorum bırakın