Yazı kategorisi: Genel

Sadece Kendim İçin

Sadece Kendim İçin

Gece çökünce şehirlerin sesi azalır, insanlar evlerine çekilir,
ve dünya, yorgun bir beden gibi sessizliğe gömülür.
İşte tam o an, insan zihni bir başka uyanır.
Gerçeklerin sert yüzeyi yumuşar,
zamanın köşeleri silinir,
ve hayaller, ince bir sis gibi yükselmeye başlar.

Bazı insanlar geceleri sadece uyumaz.
Bazıları, uykunun eşiğinde bir dünya kurar kendine.
Gözlerini kapattığında,
gitmek isteyip de hiç varamadığı yerlere gider.
Bazısı sahillere bırakır ruhunu,
bazısı ormanların derinliklerinde kaybolur,
kimileri de hiç yaşanmamış anıları tekrar tekrar yazar,
sanki geçmişin içinden bir pencere açılacakmış gibi.

Ben de öyleyim.
Uyumadan hemen önce kendime bir dünya kurarım.
Burada hiç kimse bana seslenmez,
hiçbir telefon çalmaz,
hiçbir zorunluluk kapımı çalmaz, hiçbir boş iş, muhabbet bana rastlamaz.
Sadece ben varım ve içimde devinen kelimeler.
Gündüz susan, ama gece yankılanan o kelimeler…

Bazen bir rıhtımın ucunda otururum hayalimde,
ay ışığı suya vurur, deniz usulca nefes alıp verir.
Bir yelkenli uzaklardan süzülür gelir,
ama asla varmaz kıyıya.
Bazen bir trenin içinde bulurum kendimi,
rayların ritmik sesi içime işler.
Nereye gittiğimi bilmem,
ama yolculuğun kendisi yetip de artar.

Bazı hayaller hiç gerçekleşmeyecek,
bunu bilirim.
Ama yine de onları düşlemekten vazgeçmem.
Çünkü insanın hayalleri olmasa,
gerçeklerin ağırlığına nasıl dayanır ki?
Çünkü bazen, yaşamak dediğimiz şey,
sadece gözlerini kapatıp başka bir dünya düşleyebilmektir.

Ve sabah olduğunda,
gecenin sessizce kurduğu her şey
gündüzün ışığında silinip gider.
Ama ben bilirim,
her gece, gözlerimi kapattığımda,
yeniden başlayacağım o sonsuz düşe.
Ve son olarak yazmak, hayal etmek ne güzel şeyler…



Bazı geceler, hayallerim de puslu olur. Sis gibi yayılır zihnime, tanıdık ama ulaşılmaz. Uykuyla uyanıklık arasında bir yerde, zamanın sınırları kaybolur. Geçmiş ve gelecek birbirine karışır, kelimeler kendiliğinden şekil alır ama asla tam olarak okunamaz. Bir mektup gibi açılmayı bekleyen rüyalar vardır içinde, ama ellerim onları tutacak kadar gerçek değildir.

Bazen eski şehirleri düşlerim. Hiç görmediğim ama içimde hep var olan o sokakları… Taş kaldırımların üzerine düşen loş ışıkları, rüzgârın belli belirsiz yankılanan ayak seslerini, kim olduğunu bilmediğim insanların uzaktan gelen fısıltılarını… Orada bir kapı vardır, ardında unutulmuş hikâyeler saklayan. Kapıyı açacak cesaretim yoktur belki, ya da belki açsam bile içeri giremem. Çünkü bazı hayaller sadece izlenmek içindir, yaşanmak için değil.

Bazen de bir odada bulurum kendimi, içinde hiçbir şey olmayan bir oda. Sadece bir pencere açıktır, rüzgâr perdeyi hafifçe dalgalandırır. İçeriye deniz kokusu gelir ama dışarı baktığımda suyu göremem. Sonsuz bir boşluk vardır pencerenin ardında, ama o boşluk bile güven verir bana. Çünkü bilirim, orada hiçbir şey olmaması, her şeyin mümkün olduğu anlamına gelir.

Ve ben, hiçbir şeyin olmadığı o boşlukta, kendime ait bir dünya kurarım. Tek kelime bile yazmadan, tek bir adım atmadan, sadece düşleyerek.



Bazı geceler, düşlerimin içinden yürüyerek geçerim. Onları geride bırakmam, ama onlara da ulaşamam. İçimde bir şehir yükselir, taş duvarlı, eski ve sessiz. Sokakları belli belirsiz, ışıkları pusludur. Yürüdükçe genişleyen, her adımda biraz daha sisin içinde kaybolan bir şehir… Hiçbir yerden başlamayan ve hiçbir yere varmayan yolları vardır. Ve ben, bu yollarda kaybolmayı severim.

Kaybolmak özgürlüktür çünkü. Kaybolunca, nereye gittiğinin bir önemi kalmaz. Zamanın yükü omuzlarından düşer, sorular susturulur, zorunluluklar silinir. Yalnızca yürümek kalır insana. Her adımda biraz daha yok olmak, her adımda biraz daha kendine varmak.

Ve bazı hayaller de tıpkı bu şehirler gibi, sadece kaybolmak içindir. Bir sonları yoktur, çünkü bazen bir şeyin bitmesi değil, sürmesi değerlidir. O yüzden hayallerimde hiçbir tren varmaz istasyonuna, hiçbir gemi kıyıya yanaşmaz. Ben de istemem zaten bunu. Bazen bir şeyin hep devam etmesini, hiç çözülmemesini, hiç tamamlanmamasını ister insan.

Çünkü tamamlanınca biter.

Ve ben bazı şeylerin bitmesini istemem. O yüzden geceleri gözlerimi kapattığımda, o şehre dönerim. Hiçbir zaman varamayacağımı bile bile, aynı yolları yürümeye devam ederim. O yollar beni nereye götürecek diye değil, sadece yürümek için yürürüm. Çünkü bazen yürümek, varılacak yerden daha kıymetlidir.

Bazen de hiç bilmediğim bir yerde bulurum kendimi. Bir ormanın içinde, soğuk ve gri bulutların arasında, tek bir patikaya uzanan taş bir köprüde… Sular yükselmiştir, ama ben korkmam. Çünkü bilirim ki, bu düşte hiçbir şey beni batıramaz. Yalnızca düşlerime ihanet edersem kaybolurum. Eğer bir an bile gerçeğe inanırsam, eğer bir an bile kendime “Bu sadece bir hayal” dersem, o an her şey silinir. Ve ben de silinirim.

O yüzden uyanana kadar hiçbir şeyi sorgulamam. O yüzden düşlerimde gittiğim her yeri gerçekmiş gibi yaşarım. Çünkü belki de gerçek dediğimiz şey, sadece en çok inandığımız düşlerden ibarettir.

Bazen, rüzgârın hiç durmadığı bir sahildeyimdir. Kumlar ayaklarımın altında kayar, deniz hep biraz uzak kalır. Uzanırım ama dokunamam. Çünkü bazı şeyler sadece uzaktan izlenmek içindir. Bazı düşler, gerçekleşmemek için vardır.

Ve ben, bu gerçekleşmeyecek düşlerin içinde kendimi bulurum.


Bazı geceler, zihnimde eski defterler açılır. Sayfaları sararmış, kenarları kıvrılmış, ama kelimeleri hâlâ taze. Üzerinden yıllar geçmiş hayallerin izlerini sürerim. Bir zamanlar gerçeğe dönüşmesini umduğum şeylerin, zamanla nasıl yalnızca düşlere dönüştüğünü fark ederim. Bazı hayaller, zamanla rüzgârın aşındırdığı taşlara benzer. Önce köşeleri sivridir, net bir şekli vardır. Ama zaman geçtikçe, dalgalar onları yavaşça ezer, törpüler, pürüzsüzleştirir. Sonra bir gün, onlara dokunduğunda, o eski sertlikten eser kalmaz. Artık sadece bir siluet gibidirler; varlar ama yok gibidirler.

Ve ben, o silikleşen hayallerin arasında yürürüm geceleri. Belki de bu yüzden karanlığı severim. Çünkü gece, unutulmuş olanı hatırlatır. İnsan gündüzleri geçmişi unutur, unutmaktan başka çaresi yoktur. Ama gece, unuttuklarını geri çağırır. Gece, saklananı ortaya çıkarır. Ve insan, geçmişin fısıltıları arasında kaybolur.

Bazı düşler, o kadar eski ve o kadar tanıdıktır ki, artık onlarla yaşamaya alışmıştır insan. Onları hiç gerçekleşmeyecek olmalarına rağmen sever. Belki de sırf bu yüzden hayallere tutunuruz; gerçeğin soğuk yüzüyle her karşılaştığımızda, elimizi uzatıp onlara dokunabilmek için. Gerçekler ne kadar keskin ve katıysa, hayaller o kadar yumuşak ve esnektir. Gerçekler ne kadar zorunluluklarla doluysa, hayaller o kadar özgürdür. Ve bazen, insanın ihtiyacı olan tek şey, sadece birkaç dakikalığına bile olsa, o özgürlüğü hissetmektir.

Bazen, hiç tanımadığım insanların yaşadığı hayatları hayal ederim. Gözlerini hiç görmediğim, sesini hiç duymadığım insanların. Belki bir şehirde, yağmurlu bir gecede pencere kenarında oturan biri vardır. Belki elinde bir fincan kahve tutuyordur. Belki o da benim gibi hayal kuruyordur. Ve belki, farkında olmadan, ikimiz de aynı hayalin içindeyizdir.

Düşler, bazen birbirine dokunur.

Bazı rüyalar, hiç tanımadığımız insanlarla ortak olur. Bunu düşünmek garip bir huzur verir bana. Çünkü bilirim ki, bir yerlerde, başka birisi de geceleri hayal kuruyor. Başka birisi de, gerçeğin ağırlığını bir süreliğine unutarak, kendi iç dünyasında bir yolculuğa çıkıyor. Ve bu yolculukların bazıları, belki de hiç fark etmeden, birbirine değiyor.

Geceleri bazen kendimi bir tren istasyonunda hayal ederim. Eski, neredeyse unutulmuş bir istasyonda. Kimsenin gelmediği, ama trenlerin geçmeye devam ettiği bir yerde. Ben orada bir bankta otururum. Trenler geçer, ama hiçbirine binmem. Çünkü bazen, bir yere gitmek istemez insan. Bazen sadece beklemek ister. O anın içinde durmak, hiçbir yere varmadan, hiçbir şey yapmadan sadece orada kalmak ister.

Ve işte ben de, bazı hayallerimi sadece beklerim. Onların gelip beni almasını, bir yere götürmesini beklemem. Sadece var olmalarını, o istasyonda benimle birlikte durmalarını isterim. Çünkü bazı şeyler yalnızca orada, o bekleyişin içinde güzeldir. Gerçekleştiği an, hayalini kaybedersin.

Ve ben, bazı şeylerin sadece düş olarak kalmasını isterim…



Bazı geceler, zihnimde yankılanan eski kelimelerle konuşurum. Daha önce hiç söylenmemiş, belki de hiç söylenmeyecek kelimelerle. Çünkü bazı cümleler, dudaklardan dökülmek için değil, sadece içimizde yankılanmak için vardır.

Bazen bir denizin kıyısında durduğumu hayal ederim. Ay ışığı suyun üzerine ince bir yol çizmiştir, ama o yolu yürüyemezsin. Sadece bakabilirsin, sadece uzanıp dokunmayı düşünebilirsin. Bazı şeyler böyledir işte. Onları görebilirsin, hissedebilirsin ama asla tamamen sahip olamazsın.

Bazen de bir sokakta yürürüm. Yol uzun ve ıssızdır. Geçmişten fısıltılar duyulur ara sıra, eski taş duvarlara çarpıp yankılanan. Tanımadığım ama bir yerlerden bildiğim gölgeler geçer yanımdan. Onlar bana bakmaz, ben de onlara. Çünkü bazı karşılaşmaların anlamı yoktur, bazı yüzlerin ismi yoktur, bazı anlar sadece geçip gitmek için vardır.

Geceyle gündüz arasındaki sınır gibi, hayallerle gerçekler arasındaki çizgi de zamanla belirsizleşir. Eskiden kesin olduğunu düşündüğüm her şey, şimdi pusun içinde kayboluyor. Kim bilir, belki de gerçek dediğimiz şey, sadece zamanın içinde geçici olarak şekil almış bir hayaldir.

Bazen, hiç yaşanmamış bir hayatı hayal ederim. Farklı bir şehirde, farklı bir sokakta, farklı bir isimle var olduğum bir hayat. Kim olurdu o kişi? Nasıl bir sesi olurdu? Nasıl düşünürdü? Neleri severdi? Bazen kendimi bu soruların içinde kaybolmuş bulurum. Çünkü belki de insanın içinde, yaşayamadığı hayatlara dair bir boşluk hep kalır.

Bazen bir pencereyi açarım rüyamda. Açtığım pencerenin ardında ne olacağını bilmeden. Rüzgâr girer içeri, perdeyi hafifçe savurur. Ama dışarı baktığımda gördüğüm şey sadece sonsuz bir boşluktur. Ne gökyüzü vardır ne de yer. Sadece bir uçurum, sonsuzluğa açılan bir kapı gibi. Ama korkmam. Çünkü bilirim, bu boşluk bana ait.

Ve belki de en huzurlu yer, hiçbir şeyin olmadığı bu yerdir.

Bazı geceler, gerçekten uyuduğumu düşünmüyorum. Daha çok bir eşikte duruyorum. Uyanıklık ile uyku, hayal ile gerçek, geçmiş ile gelecek arasında bir yerde. Ne tamamen buradayım ne de tamamen orada. Ve belki de, bu yüzden geceleri daha çok seviyorum. Çünkü geceler, insanı kendine en yakın hissettiren zamandır.

Bazı sabahlar uyanırken, geceden kalan bir his taşırım içimde. Sanki o puslu hayallerden biri, gerçekliğe karışmış gibi. Ama gün aydınlandıkça, o his de kaybolur. Çünkü gerçek, hayale yer bırakmaz. Çünkü ışık, gölgeleri siler.

Ama ben bilirim.

Her gece, gözlerimi kapattığımda, o dünyaya geri döneceğim. O rıhtıma, o istasyona, o sonsuz boşluğa… Her gece, yarım kalan düşlerime devam edeceğim.

Çünkü bazı yolculuklar asla bitmez.

Ve bazı düşler, gerçekleşmese bile, var olmaya devam eder.
Ve evet bazı geceler bazı insanlara çok benziyor. Ama nasıl benziyor bunu söylemeyeceğim…