Yazı kategorisi: Kişisel Subjektif Görüşlerim

Neden ve Nasıl  İyilik+

 İyiliğin Gerçek Bedeli: Dünyadaki Yansıması

    -“Bir lider için, halkına iyi gibi görünmesi yeterlidir; gerçekten iyi olması gerekmez”-

Selam.

Bu yazıda iyilik kavramını tartışacağız ama baştan bir açıklama yapmak istiyorum. Bu metin yalnızca iyiliğin bu dünyadaki boyutlarıyla ilgilenecek. Ahiret, öteki dünya ya da ölümden sonra bir ödül-ceza sistemine dayanan inançlarla ilgili bir argüman sunmayacağım. Eğer bir ahiret inancınız varsa, zaten iyiliğin nihai ödülünü bekliyorsunuzdur ve bu durumda iyi olmak sizin için sonsuz bir kazanç anlamına gelir. Bu nedenle, bu yazıda ahlaki eylemleri salt dünyevi boyutuyla ele alacağım.

Bunun üzerine de bir ricam var: Eğer bu yazıdaki görüşler size fazlasıyla materyalist ya da pragmatik gelirse, lütfen bu yazının yalnızca dünyevi bir perspektifle yazıldığını unutmayın. Bu, iyiliğin manevi ya da ilahi boyutlarının reddedildiği anlamına gelmez; yalnızca bu yazının odak noktası değildir. Amacım, iyiliği daha somut ve pratik bir bağlamda tartışmak.

Hazırsanız başlayalım: İyi olmak gerçekten faydalı mı? İnsan neden, zararına bile olsa, iyi bir insan olmaya çalışsın?

Şimdi bugün iyilik kavramını  masaya yatırıyoruz. Ancak “iyilik karşılık beklenmeden yapılır” diyen romantik anlayışı bir kenara bırakıyoruz. Gerçek şu ki, iyilik her zaman bir kazanç ya da kazanç beklentisiyle yapılır. Bu kazanç, somut bir şey olmak zorunda değildir; özsaygımızı korumak, vicdanımızı rahatlatmak ya da toplumsal huzur sağlamak gibi soyut faydalar da kazançtır.

Ancak asıl soru şu: İyi olmak gerçekten faydalı mı? İnsan neden, zararına bile olsa, iyi bir insan olmaya çalışsın?

Evrensel Ahlak Var mı?

Felsefenin büyük sorularından biri: Evrensel ahlak kuralları var mıdır? Immanuel Kant, ahlaki eylemlerimizin yalnızca “görev bilinciyle” yapılması gerektiğini savunur. Ona göre, bir eylem fayda sağladığı için değil, ahlaki açıdan doğru olduğu için yapılmalıdır. Ancak bu düşünce, insan doğasının bencil yönleriyle çatışır.

Diğer taraftan, Friedrich Nietzsche, ahlakın güçlüler ve zayıflar arasındaki bir mücadele sonucu ortaya çıktığını öne sürer. Ona göre, evrensel ahlak diye bir şey yoktur; ahlak, toplumların ihtiyaçlarına göre şekillenir. Bu nedenle, “kölelik kötü” diyoruz bugün. Ama bir zamanlar kölelik son derece normaldi. Eğer 1800’lerin ABD’sinde olsaydınız ve köleliğe karşı durduğunuz için dışlansaydınız, buna direnmeniz içsel ahlakınıza dayanırdı.

Ama burada kritik bir soru var: Neden herkesin aksine köleliğe karşı durup, hayatınızı zorlaştırmayı seçiyorsunuz?

İyi Olmanın Gerçek Kazancı

İyilik yapmanın pragmatik iki temel getirisi vardır:

1. Güven İnşası: İnsanlar, güvenilir buldukları kişilere yakınlaşır ve onları koruma eğilimindedir. İyi biri olduğunuzda, çevrenizdeki insanlar size güven duyar, size iyilik yapar ve sizi destekler.

2. Sosyal Statü: Toplumda iyi biri olarak tanınmak, size itibar kazandırır. Bu da, uzun vadede yeni fırsatlar yaratır ve yaşamınızı kolaylaştırır.

Bu anlayış, Adam Smith’in ekonomi teorilerindeki “görünmez el” kavramıyla ilişkilidir. Smith’e göre, bireyler kendi çıkarlarını gözetirken bile topluma dolaylı olarak fayda sağlarlar. Yani iyilik yapmak, yalnızca birey için değil, toplumsal denge için de önemlidir.

Ancak burada önemli bir ayrım var: İyi biri olarak tanınmak ile gerçekten iyi biri olmak aynı şey değildir. Bir kişi, sadece iyi biri gibi görünerek de bu faydaları elde edebilir. İşte tam bu noktada manipülasyon devreye girer. 

John Nash ve Oyun Teorisi (Manipülasyon)

İyilik kavramını anlamak için A Beatiful Mind filminden aklımda kalan iyi görünerek kendi çıkarını maksimize etmeyi (manipülasyon)iyi anlattığını düşündüğüm bir sahneyi anlatmak istiyorum.

Bir grup erkek bir barda oturuyor.

 Derken içeri bir grup kadın giriyor.

Kadınlardan biri altın saçlı, göz alıcı, çekici güzellikte bir yıldız

. Diğer kadınlar ise ortalama,vasat bir çekiciliğe sahip. Sarışın o kadar etkileyici ki, tüm erkeklerin gözü onda. Ama Nash devreye giriyor ve arkadaşlarına diyor ki:

“Eğer hepimiz bu sarışına asılırsak, hiçbirimiz onu elde edemeyeceğiz. Çünkü bir kadın, herkesin ilgisini aynı anda çektiğinde aşırı seçici olur. Sarışını elde edemediğimizde, dönüp diğer kızlara yöneleceğiz. Ama o kızlar da ikinci tercih olduklarını anlayacakları için bize yüz vermeyecekler ve geceyi yalnız geçirmek zorunda kalarak geçireceğiz.

Nash’in önerisi basit ama stratejik:

“Sarışını tamamen görmezden gelelim. Hepimiz diğer kızlara yönelirsek, herkes bir eşleşme şansı yakalar. Toplam fayda bu şekilde artar. Sarışın eve yalnız döner, ama grup olarak en iyi sonucu alır hepimiz geceyi istediğimizi almış olarak geçiririz.

Bu yaklaşım, Nash’in oyun teorisinin temelini oluşturur: Bireyler yalnızca kendi çıkarlarını değil, grubun toplam faydasını da düşünerek hareket ederse, daha iyi bir dengeye ulaşılır. Ama işin karanlık bir yanı var.

Gizli Strateji: Nash’in Planını Ters Yüz Etmek

Peki ya Nash, arkadaşlarını bu plana ikna ettikten sonra, köşede sessizce durup herkesin diğer kızlara yönelmesini bekleseydi? Ve tam o sırada, hiçbir rakibi kalmamış olan sarışına tek başına yazılsaydı? İşte bu, oyun teorisinin manipülatif tarafıdır. Nash bu durumda hem arkadaşlarını devre dışı bırakmış olur, hem de en gözde kadını elde eder.

Bu stratejinin başarısı, Nash’in güvenilir biri olarak algılanmasına bağlıdır. Eğer insanlar Nash’in kötü niyetli olabileceğini düşünselerdi, bu plan asla işe yaramazdı. İşte burada iyilik maskesi takmanın gücü ortaya çıkar: Güven kazandıktan sonra manipülasyon çok daha kolaydır.

Evliliklerde ve İlişkilerde Manipülasyon Örneği

John Nash’in stratejisini günlük hayatta en çok nerede görüyoruz biliyor musunuz? Evliliklerde ve uzun süreli ilişkilerde. Bir eş, yıllarca sadık ve güvenilir biri gibi davranarak partnerinin güvenini kazanabilir. Ama bu güven kazanıldıktan sonra, işler değişir.

Örneğin bir kadın ya da erkek, eşine “Sana asla ihanet etmem, sen benim her şeyimsin” diyerek yıllarca güven verir. Ama bu güven oluşturulduktan sonra, eşini aldatmaya başlar. Neden mi? Çünkü bu noktada iki temel avantaj elde etmiştir:

1. Güvenlik: Eşi, onun asla aldatmayacağına inandığı için, bu durumu fark etme ihtimali düşüktür.

2. Risk Azaltma: Aldatmanın yaratacağı risk, güvenilir bir eş profili sayesinde en aza inmiştir.

Bu durumu, Michel Foucault’nun “güç ve bilgi” ilişkisiyle açıklamak mümkündür. Foucault’ya göre, bireyler, sahip oldukları gücü manipüle ederek kendi çıkarlarına uygun bir düzen kurarlar. Burada da eşin kazandığı güven, manipülasyon için bir araç haline gelir.

Toplumda İyilik Maskesi

Bu davranış modeli sadece bireylerde değil, toplumsal yapılarda da görülür. Siyasetçiler, iş insanları, öğretmenler, ebeveynler, hatta sıradan bireyler bile bu stratejiyi uygular. Herkes, iyilik maskesi takarak güven kazanır ve zamanı geldiğinde çıkarını maksimize eder.

Örneğin:

Bir iş adamı, çalışanlarına güven aşılayarak dürüst bir lider imajı çizer. Ama bu güven sayesinde, işçilere maaşlarını azaltma ya da fazla mesai yaptırma konusunda daha az dirençle karşılaşır.

Bir başka örnek vermek gerekirse siyaset, tarihten bugüne toplumların kaderini belirleyen en önemli mekanizmalardan biri olmuştur. Politikacılar, toplumu yöneten kişiler olarak genellikle “halkın refahını önemsiyormuş” gibi bir imaj çizerler. Ancak çoğu zaman bu imajın ardında kişisel çıkarlar, güç arzusu ve manipülatif stratejiler yatar. Bu durum, politikacıların “iyilik maskesi” takarak halkın güvenini kazanmasını ve ardından bu güveni kendi amaçları doğrultusunda kullanmasını olağan hale getirir.

Politikacılar, seçim kampanyalarından itibaren kitleleri etkileyebilmek için belirli bir iyilik imajı yaratır. Birçoğu, adalet, eşitlik ve refah gibi herkesin özlemini çektiği değerleri savunur gibi görünür. Seçim meydanlarında halkın yoksulluk, işsizlik, eğitim ve sağlık gibi sorunlarına çözümler vadederler. Fakat iş seçimi kazandıktan sonra, çoğunlukla bu vaatler unutulur. Onların yerini, kendi çıkarlarına hizmet eden politikalar ve güçlerini sağlamlaştırma çabaları alır.

Politikacıların Manipülasyon Sanatı

Bir politikacı için en etkili strateji, halkın güvenini kazanmaktır. Niccolò Machiavelli’nin Prens adlı eserinde söylediği gibi, “Bir lider için, halkına iyi gibi görünmesi yeterlidir; gerçekten iyi olması gerekmez.” Bu anlayış, birçok politikacının temel stratejisidir. Halkın güvenini kazanmak için yapılan vaatler, halkın sorunlarını çözmek yerine politikacının gücünü artırmaya ve pozisyonunu korumaya hizmet eder.

Örneğin, birçok politikacı seçim döneminde yolsuzlukla mücadele edeceğini ve şeffaflık getireceğini vadeder. Ancak iktidara geldikten sonra aynı yolsuzluk sisteminin bir parçası olur ve çoğu zaman bu sistemi daha da güçlendirir. Bu, sadece bireysel kazanç için değil, aynı zamanda iktidarlarını sürdürmek için de yapılır. Çünkü politik bir düzen içerisinde, kimin kimden fayda sağladığı karmaşık bir ağ vardır ve bu ağı kırmak yerine ondan faydalanmak daha kolaydır.

Popülizm ve Kitleleri Kandırma

Politikacıların bir diğer yaygın yöntemi de popülist söylemlerdir. Popülizm, halkın duygularını okşayan, onları düşmanlara karşı birleştiren ve basit çözümler vaat eden bir stratejidir. Bu stratejiyle politikacılar, halkın gerçek sorunlarını çözmek yerine onları manipüle ederek destek kazanır. Popülizmin en büyük dezavantajı, halkın kısa vadeli duygusal tatminine oynarken, uzun vadeli çözümleri tamamen göz ardı etmesidir.

Bir politikacı, popülizm yoluyla toplumun en hassas noktalarını hedef alabilir:

Yoksulluk: “Sizi yoksulluktan kurtaracağım” vaadi.

Düşman yaratma: “Sizin sorunlarınızın sebebi dış güçlerdir” ya da “Bu grup sizin düşmanınızdır” söylemleri.

Milliyetçilik: “Ülkemizi daha güçlü yapacağım” gibi duygusal manipülasyonlar.

Bu tür söylemlerle halk, gerçek çözümler beklemek yerine politikacının oluşturduğu yanılsamalara kapılır. Seçim sonrasında ise popülist vaatlerin yerini genellikle statükonun devam ettirilmesi alır.

Halkı Ezerek Güçlenmek

Politikacıların en büyük başarısı, halkın onların politikalarının mağduru olduğunu fark edememesidir. Bir yandan halktan yana olduklarını iddia ederken, diğer yandan halkın emeğini, kaynaklarını ve haklarını sömürürler. Bu durum, modern siyasetin en büyük paradokslarından biridir. Politikacılar, adaletten ve eşitlikten bahsederken, genellikle bu kavramların altını boşaltır ve onları kendi iktidarlarını meşrulaştırmak için araç haline getirir.

Bir politikacı düşünün ki seçim kampanyası boyunca işçilerin maaşlarını artıracağını vaat etmiş olsun. İktidara geldiğinde ise ekonomik kriz bahanesiyle işçi haklarını kısıtlar, maaşları dondurur ve halktan daha fazla vergi alır. Ancak bu süreçte halkın gözünü boyamak için şu söylemleri kullanır: “Bu zorluklar geçici, hep birlikte fedakârlık yapmalıyız.” Oysa politikacı, aynı dönemde kendi maaşını artırmış ya da yakın çevresine çeşitli imtiyazlar sağlamıştır.

Medyanın ve İletişimin Rolü

Politikacıların iyilik maskesi takmasını mümkün kılan en büyük araçlardan biri de medya ve iletişim stratejileridir. Medya, politikacıların kendilerini halkın gözünde “iyi liderler” olarak göstermelerine yardımcı olur. Bu noktada George Orwell’in 1984 adlı eserindeki “gerçeklik kontrolü” kavramı akla gelir. Orwell’in distopyasında liderler, gerçekleri manipüle ederek halkın algısını kontrol eder. Modern dünyada da politikacılar, medya aracılığıyla halkın neye inanması gerektiğini şekillendirir.

Örneğin, bir hükümetin ekonomik başarısızlıklarını saklamak için medya organları sürekli olarak hükümetin başarılarını öne çıkarır. Ekonomik kriz yaşayan bir halk, gerçek sorunlarının tartışılmadığı bir medya ortamında, hükümetin başarısızlıklarını fark edemez. Böylece politikacılar, halkı ezerek kazandıkları gücü korurlar.

Politikacıların Maskesini Düşürmek

Politikacıların iyilik maskesi takması, toplumun çıkarlarına değil, onların kendi iktidarlarını pekiştirmesine hizmet eder. Halkın güvenini kazanarak başladıkları süreçte, çoğu zaman halkın haklarını ellerinden alır ve bu süreçten kazançlı çıkan yine kendileri olur.

Bu düzenin değişmesi, halkın daha bilinçli olması ve politikacıların vaatlerini sorgulamasıyla mümkündür. Ancak günümüzde medyanın manipülasyonu, popülist söylemler ve bireysel çıkarlar bu bilinçlenmeyi engelliyor. Bu nedenle, politikacıların maskesini düşürmek, halkın en büyük sorumluluğu ve aynı zamanda en zor görevi olarak karşımıza çıkıyor.

Unutulmamalıdır ki: “Politikacının iyilik vaadi, genellikle kötülüğün bir başlangıcıdır.” Bu yüzden, vaatleri değil, icraatları izlemek gerekir. Neyse yazıyı amacının dışına çıkardım şimdilik bu kadar yeter sonuca geçelim.

Sonuç: Neden İyi Olmalıyız?

En başta dediğim gibi eğer yalnızca dünyevi bir açıdan bakarsak İyilik, amacınıza ulaşana kadar faydalıdır. Amaçlarınıza ulaştıktan sonra, çıkarlarınızı korumak ya da artırmak için kötülüğü bir araç olarak kullanabilirsiniz. Çünkü gerçek dünyada işler böyle yürür. İyi gibi görünmek, güven kazanmanızı sağlar. Bu güven ise, manipülasyon için bir fırsat yaratır.

Eğer bir dini inanca sahipseniz ve ahirette ödüllendirileceğinize inanıyorsanız, iyilik yapmanın başka bir boyutu vardır. Ama bu dünyada, iyiliğin tek amacı fayda sağlamaktır. İnsanlar iyi gibi görünerek hem bireysel hem toplumsal çıkarlarını maksimize eder. Bu, dünya tarihinden günümüze kadar hep böyle olmuştur.

Sonuç olarak: İyilik yap, güven kazan, zamanı geldiğinde avantajını kullan.(Eğer tanrı inancı olmayan biriysen en pragmatik yol budur)Ancak, bu strateji kısa vadede bireysel çıkarlarını maksimize etse de uzun vadede daha büyük bir sorunu beraberinde getirir: Toplumun güven dokusunu zayıflatmak. Eğer herkes iyilik maskesi takarak manipülasyon peşinde koşarsa, toplumdaki güven tamamen erozyona uğrar. İnsanlar, birbirlerine olan inançlarını kaybeder ve kaotik bir düzene doğru sürüklenir. Bu, bireysel faydayı maksimize etmeye çalışan her bir kişinin aslında kendi uzun vadeli çıkarlarına da zarar verdiği bir paradokstur.

Eğer bir tanrıya ya da ilahi bir adalete inanmıyorsanız, bu tür manipülatif bir yol size doğru görünebilir. Ancak burada kritik bir soru devreye girer: Bu dünyada yalnızca bireysel kazanç mı önemlidir, yoksa bir toplumu sürdürülebilir kılan güven ve adalet gibi değerlerin korunması mı? Eğer sadece bireysel çıkarlarınızı önemser ve toplumun temel değerlerini hiçe sayarsanız, aslında kendi geleceğinizi de tehlikeye atarsınız.

Daha derine inelim. Jean-Jacques Rousseau’nun “Toplum Sözleşmesi” adlı eserinde söylediği gibi, bir toplumun düzeni, bireylerin ortak çıkarlar doğrultusunda hareket etmesine bağlıdır. Eğer bireyler yalnızca kendi çıkarlarını düşünür ve diğerlerini aldatırsa, bu sözleşme bozulur. Bu da herkesin zarar göreceği bir ortam yaratır.

O Zaman Ne Yapmalı?

Eğer bir tanrı inancınız yoksa, pragmatik bir bakış açısıyla iyilik yapıp güven kazanmak ve zamanı geldiğinde avantajınızı kullanmak, bireysel olarak işlevsel görünebilir. Ancak bu yaklaşımı bir denge içinde tutmalısınız. Manipülasyon ve çıkarcılık, yalnızca kısa vadeli kazanç sağlar; uzun vadede güven kaybına ve sosyal izolasyona neden olabilir.

Daha sürdürülebilir bir yol ise şu olabilir:

1. Stratejik Dürüstlük: İyilik yaparken, tamamen manipülatif bir motivasyon yerine, hem kendinize hem başkalarına fayda sağlayacak bir denge arayın.

2. Toplumsal Değerlerin Korunması: Güven ve adaletin toplumsal yapı için önemini anlayın ve bu değerleri baltalamadan hareket etmeye çalışın.

3. Uzun Vadeli Düşünmek: Sadece bugünkü kazancınızı değil, yarınki itibarınızı ve ilişkilerinizi de düşünerek karar verin.

Sonuç olarak, iyilik yapmak sadece bireysel kazanç sağlamak için değil, toplumu ve dolayısıyla kendi geleceğinizi de korumak için bir araçtır. Eğer tanrı inancınız yoksa bile, bu dünya üzerinde daha sürdürülebilir bir yaşam için, manipülasyonun ötesine geçmek ve daha adil bir düzen kurmak, en azından uzun vadede sizin de yararınıza olacaktır. 

Son olarak (bu yazıda sanki çok fazla son olarak dedim umarım bu gerçekten son olur) bu yazıda çok fazla konuya girip çıktım konu bütünlüğü olmamış olabilir bağışlayın.

Eleştiri ve iletişim için: mehmeteminbaran43@gmail.com