Yazı kategorisi: Genel

Ahh

Merhaba dostlar,
Bugün size sakinliğin içinden yazıyorum. Huzur var… Ama bir yanımda usulca oturan o tanıdık hüzün de. İçimde çokça sessizlik, azıcık özlem, biraz da kendimi bulamama hâli. Bu yazı, o hâlin kalemle buluşmuş hali.
Böyle zamanlarda yazdığım şeyleri, normal ruh hâlime döndüğümde tekrar okuyunca genelde şöyle diyorum: “Keşke yazmasaymışım.”
Sanki bu romantik, duygusal ruh hâli bana ait değilmiş gibi geliyor. Kendime yakıştıramıyorum. Hatta çoğu zaman silerim. Ama sonra bir ses çıkıyor içimden:
“Sen galiba busun…”
Ve evet, sanırım bazen insan, kendi içinde sakladığı başka bir ‘ben’e yazıyor. Onu sevmesen de, o da sensin.

Bazı sabahlar, içimde açıklayamadığım bir sızıyla uyanıyorum. Ne tam bir hüzün, ne de tam bir neşe… Sanki ikisinin arasına sıkışmış, isimsiz bir his. Elimi pencereye koyuyorum, cam soğuk. Dışarıda rüzgâr var. Dallar, o eski melodilerini tekrar tekrar fısıldıyor. Ve ben, susuyorum.

Ağaçlara bakarken hep aynı şeyi hissediyorum. Zamansızlık. Kökleri geçmişte, dalları gelecekte. Gövdeleri şimdiye gömülü… Ne bir yere yetişme telaşları var ne de unutulmak korkuları. Sessizce oradalar. Varlıklarının mecburiyeti yok. Sadece varlar. Ve bu yetiyor.

Benimse içimde sürekli bir kıpırtı var. Bir şey yapmalıyım hissi. Ama ne? Hayatımın derinlerinde, açıklayamadığım bir boşluk dolaşıyor. Bazen doğaya bakarken o boşluk biraz şekil alıyor. Güneşin ağaç yapraklarına vuran gölgesi gibi… Net değil, ama var.

Düşündükçe büyüyor içimdeki hayranlık. Gökyüzüne, yağmur damlalarına, bir örümcek ağının sabah çiyleriyle süslenmiş ince işçiliğine… Ve içimden bir ses “Bu hayatı, dünyayı anlamak çok zor”

Kâinat denen şey… Ne büyüleyici bir bilmecesin sen. Bazen bir gecede yıldızlara bakarken, onların binlerce yıl önce ölmüş olduklarını düşünüyorum. Şu an ışığını gördüğüm yıldız, belki artık yok bile. Ama ışığı hâlâ buraya, gözlerime ulaşıyor. Bu düşünce beni darmadağın ediyor. Yok olmuş bir şeyin iziyle büyülenmek… Belki de hayat da böyle bir şeydir: çoktan kaybolmuş anlamların yankısını duyup hâlâ yaşıyormuş gibi yapmak.

Doğada bir amaç yok, ama bir denge var. Bir şiirsellik. Ve o şiirselliğin içinde kendimi bazen bir yaprak gibi hissediyorum. Rüzgârın yönüne göre savrulan, bazen düşen, bazen de bir dala tutunan… Belki de yaşam dediğimiz şey, sadece tutunma çabası. Bir  bir insana,düşünceye, bir ana, bir anlama… Ama o anlama bir türlü dokunamıyoruz. Hep bir sis var önünde. Bilinmezlik. Ah, bu tatlı azap…

Bazen düşünüyorum, belki de yapmam gereken tek şey, susmak. Ağaçlar gibi… Kök salmak bir yere. Rüzgârı beklemek. Güneşin ne zaman çıkacağını bilmeden, sadece sabretmek. Çünkü bazı şeyler, bizim çabamızla değil, doğanın zamanlamasıyla oluyor. Tıpkı bir tomurcuğun açması gibi.

Kendime şöyle diyorum: Belki de aradığın cevap değil, sorudur. Belki de hayat, cevapsız bir şiirdir. Her okuduğunda farklı hissettiren. Ve belki de bizim görevimiz, o şiirin içinde bir dize olmaktır. Kimi zaman neşeli, kimi zaman hüzünlü… Ama mutlaka içten.

Ve işte ben, o bilinmezliğin ortasında oturuyorum. Göğe bakıyorum. Bir ağaç gibi sessizleşiyorum. Çünkü bazen susmak, her şeyi söylemenin en derin yoludur.

Yorum bırakın