Yazı kategorisi: çok az kişinin anlayabileceği

Tanrı 3.0

Tanrı Ahlaksal Bir Varlık mıdır?

Merhaba. Bugün Tanrı hakkında konuştuğum serinin 3. yazısındasın. İlk 2 yazı için Tanrı ve Tanrı 2.0 başlıklı yazılarıma bakabilirsin.

Bugün, Tanrı hakkında konuşulamayanı konuşmaya niyetliyim. Farkındayım, bu biraz paradoksal bir cümle oldu ama zaten Kierkegaard’ın dediği gibi, felsefeden paradoksu çıkardığınızda geriye sadece sıkıcı bir akademik çöl kalıyor. Ve biz o çölü geçmek istemiyoruz. Biraz kaybolmayı, biraz da susmayı göze alarak ilerlemek istiyoruz. Ama susmadan önce, biraz konuşalım. Tanrı’yı konuşalım. Ama alışılmış biçimde değil. Bugün tartışmak istediğim soru şu: Tanrı ahlaksal bir varlık mıdır?

Evet, soruyu özellikle böyle koyuyorum çünkü hem geleneksel teistik anlayışta, hem de ateist eleştirilerde ortak bir varsayım dikkat çekiyor: Tanrı’nın ahlaksal bir varlık olduğu inancı. İki taraf da – biri varlığına iman ettiği için, diğeri varlığını inkâr ettiği için – Tanrı’yı bir tür “ahlaki fail” olarak tahayyül ediyor. Teist için Tanrı iyiliğin kaynağıdır; ateist içinse Tanrı’nın yokluğu, dünyadaki kötülüklerin açıklamasıdır. Ancak her iki tutum da aynı şeyi kabul eder: Tanrı, iyilikle ve kötülükle ilişkilidir. Ve ben de tam burada ipleri koparmak istiyorum.

Sormamız gereken, belki de hiç sorulmamış temel bir soru var: Bir varlığı ahlaksal yapan şey nedir? Ahlaklılık dediğimiz şey, iyi ve kötü arasında bir ayırt etme yetisini, bir tercihi, bir yönelimi içerir. Yani bir varlığa “ahlaklı” diyebilmemiz için onun, iyiyi seçebilme kapasitesine; kötüyü de en azından bilecek, tanıyacak bir bilince sahip olması gerekir. Ahlaki olmak; iyi ve kötüyü ayırt edebilmeyi, iyiye yönelmeyi, kötüyü dışlamayı gerektirir. Peki, Tanrı bu anlamda ahlaksal bir varlık olabilir mi?

Geleneksel teistik anlayışa göre Tanrı mutlak iyidir. Sadece iyi olanı ister, iyi olanı emreder, iyi olanı yaratır. Bu durumda şu paradoksal soruyla karşılaşıyoruz: Mutlak iyi olan bir varlık, kötüyü nasıl bilir? Çünkü iyinin bilgisi, kötünün bilgisi olmadan tamamlanamaz. İyiliği anlayabilmek için kötülüğün ne olduğunu da bilmek gerekir. Ama eğer Tanrı kötüyü biliyorsa – bilinç düzeyinde tanıyorsa – bu O’nun içinde kötülüğe dair bir imkan, bir farkındalık, bir “ufuk” olduğunu gösterir. Ve bu durumda Tanrı’nın mutlak iyiliği çatırdamaya başlar.

Dahası, Tanrı eğer özgür iradeye sahipse ve iyi olanı bilinçli olarak seçiyorsa, bu demektir ki kötü olanı da seçebilme kapasitesi vardır. Ama bu Tanrı’yı artık kusursuz olmaktan çıkarır. Eğer kötü olanı seçemezse, özgür değildir. Eğer kötü olanı seçebilirse, o zaman mutlak iyi değildir. Dolayısıyla Tanrı’yı hem mutlak iyi hem de bilinçli ve özgür bir ahlaki fail olarak tanımlamak, mantıksal bir çelişki üretir. Ve bu çelişki, ne teistler ne de ateistler tarafından yeterince dikkate alınır.

Ateistler de bu çelişkinin bir başka ucunda dururlar. Onlar, Tanrı varsa neden dünyada kötülük var diye sorarlar. Bu klasik “kötülük problemi” argümanına göre Tanrı ya iyi değildir ya da kudretli değildir. Çünkü kudretli ve iyi olan bir Tanrı, kötülüğe izin vermezdi. Ancak bu argüman da aynı ahlaki çerçevenin içinde döner durur. Çünkü Tanrı’nın iyilikle ve kötülükle ilgilendiği varsayılır. Oysa ben şunu söylüyorum: Tanrı, bu iyilik-kötülük çerçevesinin dışındadır. Tanrı ahlaksal bir varlık değildir.

Evet, burada kastettiğim şey, Tanrı’nın “ahlaksız” bir varlık olduğu değil; Tanrı’nın ahlak felsefesindeki sınıflamanın dışında kaldığıdır. Ahlaklı olan vardır. Ahlaksız olan vardır. Bir de ahlak dışı olan. Biz insanlar, ilk ikiye tabiyiz. Ama Tanrı, eğer varsa, üçüncüsüne dahildir. Ahlak dışı bir varlıktır. İyilik ve kötülük, insan bilincine ait karşıtlık kavramlarıdır. Bizim dilimizde, bizim kültürümüzde, bizim tarihimizde doğmuş ve gelişmiştir. Bir tür evrimsel fayda gözeterek türemiş normatif yapılardır. Ama Tanrı, eğer o aşkın, sonsuz, sınırsız ve bizimle kıyaslanamayacak bir varlıksa, nasıl olur da bizim dilsel etik kategorilerimize sıkışır?

İşte tam da burada teist ile ateistin ortak hatası ortaya çıkıyor. Her ikisi de Tanrı’yı bizim dünyamızın bir kategorisiymiş gibi düşünüyor. Oysa Tanrı ne “varlık” ne de “yokluk” diyalektiği içinde anlaşılabilir. Tanrı, “vardır” ya da “yoktur” denilerek tüketilebilecek bir mesele değildir. Çünkü bu varlık-yokluk ayrımı bile dilsel ve kavramsal bir zemin ister. Ve Tanrı, tam da bu zeminin dışında durur. Heidegger’in dediği gibi, belki de biz “Varlık” dediğimiz şeyi konuşamıyoruz bile. Çünkü konuştuğumuz anda onu bir nesneye indirgemiş oluyoruz. Tanrı da aynı şekilde, konuşulduğu anda bir nesneye, bir iddiaya, bir kavrama dönüşüyor. Oysa o, bütün kavramların ötesinde bir şey – veya hiçlik.

Tanrı hakkında konuşmak, bir nevi kendi dilimizin sınırlarını zorlamaktır. Ludwig Wittgenstein’ın ifadesiyle, “üzerine konuşulamayan hakkında susmalı” mıyız? Belki. Ama bazen susmak da konuşmanın en yoğun biçimi olur. Hele ki konu Tanrıysa.

Ve işin ilginç tarafı şu ki: Bu çıkarımla birlikte, Tanrı’nın ahlaksal bir varlık olmadığını söylediğimizde, hem teistik Tanrı’yı hem de ateistlerin eleştirdiği Tanrı’yı aynı anda çökertmiş oluyoruz. Çünkü her ikisi de, Tanrı’yı bir tür moral aktör olarak, bir tür ahlaki sistem kurucusu olarak görüyordu. Ama biz burada Tanrı’yı bu sistemden çıkararak, belki de daha “Tanrısal” bir konuma koyuyoruz. Tanrı, bizim iyi ya da kötü diye etiketlediğimiz şeylerle ilgilenmek zorunda değildir. Belki de ilgilenmiyordur. Belki de biz iyilik dediğimizde sadece bir işlevselliği, kötülük dediğimizde ise sadece bir bilinemezliği adlandırıyoruz.

Kısaca söylemek gerekirse, Tanrı bizim ahlak sistemimizin, dilsel sınırlarımızın, kavramsal inşalarımızın dışındadır. Bu nedenle Tanrı’yı ahlaksal bir varlık olarak tanımlamak, Tanrı’nın Tanrılığını sınırlamak olur. Ve ben buna karşıyım. Eğer Tanrı varsa, o hiçbir sistemin nesnesi olamaz. Ahlak sisteminin de. Bu yüzden Tanrı, bilinçli şekilde ahlaksal değildir. O, ahlak dışıdır.

İşte bu yüzden Tanrı hakkında konuşmak tehlikelidir. Çünkü her konuşma, Tanrı’nın mutlaklığını biraz daha törpüler. Aslında şunu demek istiyorum: insan duyduğu şeyleri sadece daha önce görmüşse tahayyül edebilir bazen gördüğü şeye benzeterek bazen de ayrıştırarak. Şimdi ben sana “aydınlık” dersem bu kavram senin kafan da hemen karanlık olmayan bir ortamı çağrıştırır. Karanlık dersem hiç ışık olmayan bir ortam hayal edersin. Yani daha önce bildiğin ve gördüğün bir şeylerle bağdaşım kurarsın. Ben “Tanrı” dediğim de senin aklına ne geliyorsa o Tanrı değildir. Çünkü şu an dünyada ki hiç kimsenin görmediği, duymadığı bir benzerlik kuramayacağı aşkın bir varlıktan söz ediyorum. Velhasıl kelam en iyisi çok konuşmamak.

İyi geceler. Biraz paradoksla, biraz da kedinle kucaklaş. Kirkegaard omzunda, Nietzsche arkada…
Tanrıya ise, dilinin yettiği kadar sus. Bence tabi…