Bu gece uyuyamadım.
Bazen oluyor böyle. Uyku geliyor gibi yapıyor, göz kapaklarım ağırlaşıyor gibi oluyor, ama sonra gidiyor.
Bana dokunmadan, bana uğramadan başka birinin gecesine düşüyor sanki.
Ben kalıyorum. Yarı karanlık bir odada, yarım yamalak düşüncelerle…
Zamanın gece hali biraz acımasız.
Gündüz ne varsa susturuyor.
Geceleri insan kendine biraz fazla yakın oluyor galiba. Hatta fazla fazla.
Her şey sessizleşince, en gürültülü şey senin kafanın içi oluyor çünkü.
Ve bazen o ses, insanın uyuyamama nedeni değil sadece…
Uyanmak istememe sebebi de olabiliyor.
Bir şey düşünmüyorum bu gece.
Hayır, düşünmüyorum demem belki yanlış…
Düşüncelerimi cümleye çevirmeye üşeniyorum.
Sadece geçiyorlar içimden.
Bir trenin camından dışarı bakar gibi izliyorum hepsini.
Geçmiş, gelecek, pişmanlık, ne olacaklar…
Hiçbiri elimde değilmiş gibi.
Belki de hiç olmadı.
Sonra bir bakıyorum… sabah olmuş.
Uyanmamıştım ki, nasıl sabah oldu diye soruyorum kendime.
Ama oluyor işte.
Sabahlar geliyor.
Hayat, bizi beklemiyor.
Sen üzgünsün diye bir gün durmuyor.
Sen yalnızsın diye güneş biraz daha yavaş doğmuyor.
Sabahlar oluyor.
İstesen de, istemesen de.
Ve bu sabah da öyle.
Göz kapaklarım hiç kapanmadan yeni bir gün açıldı.
Ben hâlâ aynıyım.
Ama dünya değişti.
Sokakta kuşlar ötmeye başladı, çöp kamyonu geçti az önce.
Birileri işe gitti, birileri belki kavga etti, belki barıştı…
Hayat, benden bağımsız şekilde devam etti.
Ben ise sadece buradayım.
Uykusuz.
Ama uyanık da değil.
Hayatta.
Ama canlı değil gibi biraz.
Ne tam var, ne tam yok…
Ama buradayım işte.
Belki bu da bir şeydir.
Olmak.
Bir sabahı karşılamak.
Her şey darmadağınken bile nefes almaya devam etmek.
Kimse alkışlamayacak.
Kimse tebrik etmeyecek.
Ama sen biliyorsun.
Bu da bir tür cesaret midir?