
Ahlak mı Önce Vardı, Din mi?
Metaetik serisinin 6. yazısındayız.
Bu defa sorumuz; sadece bireysel vicdanlara değil,
tarihin derinlerine, kültürlerin köklerine uzanıyor:
Ahlak mı önce vardı, din mi?
Ya da daha derinleştirirsek:
İnsan iyi ve kötüyü Tanrı’dan mı öğrendi,
yoksa Tanrı’yı, iyiyle kötüyü anlamlandırmak için mi kurdu?
İlk bakışta bu sadece bir tarih sorusu gibi görünüyor.
Ama aslında, insan doğasına dair çok temel bir tartışma bu.
Çünkü ahlak, bizim ne olduğumuzu tanımlar.
Din ise çoğu kültürde neden var olduğumuzu anlatır.
“Tanrı olmazsa her şey mubah mı?”
Bu soru Dostoyevski’ye atfedilir, ama binlerce yıldır dolaşımda.
Eğer Tanrı yoksa – bir kutsal yasa koyucu –
o zaman insanlar neye göre ahlaki davranacak?
Birçok dinî sistemde cevap nettir:
Ahlak, Tanrı’nın emirleriyle gelir.
İyilik ve kötülük, O’nun tanımlarıyla sabitlenir.
Yani ahlak, bir “üst otorite”ye dayanır.
Kötülük, bu otoritenin iradesine karşı çıkmaktır.
İyilik ise bu iradeyle uyum içinde yaşamaktır.
Ama…
Peki ya Tanrı yoksa?
Ahlakın seküler kökeni mümkün mü?
Bazı filozoflara göre evet.
Ahlak, Tanrı’dan önce de vardı.
İnsanlar, birlikte yaşamanın zorunluluklarını fark ettikçe,
doğal olarak bazı “kurallar” geliştirdiler:
“Yalana güvenilmez.”
“Öldürürsen korku yayarsın.”
“Çalarsan yalnız kalırsın.”
Bu tarz içgörüler zamanla bir “etik çerçeve”ye dönüştü.
İşte dinler de bu çerçeveyi kutsallaştırarak
hem yaygınlaştırdı, hem denetledi.
Yani bu görüşe göre:
Ahlak dindi, din ahlak değil.
Peki ya bu ikisi birlikte mi doğdu?
Bazı antropologlar ise ne dinin, ne ahlakın öbüründen tamamen önce geldiğini düşünür.
İkisi de insan zihninin “birlikte yaşama” ihtiyacından türedi.
İlk insanlar doğa olaylarına anlam veremeyince tanrılar icat etti.
İnsanlar birbirine zarar verince, cezalar uydurdu.
Ve sonra bir şey fark ettiler:
Ceza Tanrı’dan gelirse daha çok işe yarıyordu.
Çünkü görünmeyen bir gözetleyici,
görünen bir polisten daha çok caydırıyordu.
Ahlak böylece tanrısallaştı.
Ve belki de bu yüzden:
Bugün hâlâ bazı insanlar iyiliği,
“cehennem korkusundan” ayıramıyor.
İyilik, inançtan bağımsız olabilir mi?
Bu sorunun net bir cevabı yok.
Ama şunu biliyoruz:
Tarihte hem dindar zalimler, hem inançsız iyiler oldu.
Demek ki birinin “iyi” olması için
mutlaka Tanrı’ya inanması gerekmiyor.
Ama şu da mümkün:
O iyiliği tanımlarken Tanrı’ya ihtiyaç duyuyor olabilir.
Çünkü “iyilik nedir?” sorusu,
Tanrı’yı dışlayınca daha karmaşık hâle geliyor.
Son bir çengel:
Eğer Tanrı bir şeyin iyi olduğunu söylüyorsa,
o şey bu yüzden mi iyidir?
Yoksa zaten iyi olduğu için mi Tanrı onu söylüyordur?
İşte bu soru, binlerce yıldır ahlak felsefesinin merkezinde duruyor.
Ve hâlâ net bir cevap yok.