Yazı kategorisi: Genel

Aşk-ı Memnu: Tiksindirici Bir Zarafetin Anatomisi

Aşk-ı Memnu: Tiksindirici Bir Zarafetin Anatomisi

Bazı kitaplar vardır, onları okumazsın; onlarla boğuşursun. “Aşk-ı Memnu” bu türden bir kitap. Okurun karşısına, süslü kelimelerle bezeli, göz alıcı bir dekorda çürümekte olan bir toplum manzarası çıkarır. Halit Ziya Uşaklıgil’in bu romanı, yalnızca bir yasak aşk hikâyesi değildir; aynı zamanda estetikle çürümüşlüğün, zarafetle zehirlenmişliğin, kibarlıkla yozluğun el ele gezdiği bir hikâyedir. Yani hem içeriden hem dışarıdan çürüyen bir cam vazo gibi…

Melih Bey Takımı: Kadife İçinde Kokuşmuşluk

Romanın neredeyse ilk yüz sayfası, adeta bir “moda dergisi”nin yüzyıl önceki versiyonu gibi akar. Firdevs Hanım ve kızları Bihter ile Peyker, zarafetlerinden, kıyafetlerinden, kumaş seçimlerinden ve Boğaziçi’nde geçirdikleri boş vakitlerden ibaretler. Ama Halit Ziya, bu görünürdeki estetik zarafeti öyle bir yazınsal isabetle deliyor ki, satır aralarından koca bir ahlaki sefalet akıyor. İnsan bu kadınları okudukça sıkılıyor; çünkü yaşamlarının neredeyse tamamı, gösterişli hiçbir şey yapmadan gösterişli görünmeye çalışmakla geçiyor.

Firdevs Hanım’ın yıllar boyunca süren estetik kibrine, yaşlanmamak için verdiği beyhude çabaya, kızlarını rakip olarak görmesine öyle bir mesafe koyuyor ki yazar; neredeyse onu romanın asıl trajik figürü yapıyor. Bu karakterin “genç kalma arzusu”, Türk romanında yazılmış en keskin yaşlılık korkusu portrelerinden biridir. Komik olmasa dokunaklı olurdu; ama Halit Ziya bu korkuyu bile ironik bir şekilde sunar.

Bihter: Güzelliğiyle Donmuş, Anlamdan Kaçmış Bir Kadın

Ve Bihter… Sözüm ona romanın “trajik” kahramanı. Ama dikkatli bir okur için Bihter ne trajik ne de mazlumdur. Bihter’in motivasyonları yalnızca sınıfsal bir yükselme, mücevher düşkünlüğü ve güç arzusudur. Adnan Bey’le evliliği, onun gözünde bir aşktan çok bir satın alma işlemidir: “O büyük yalının tek hâkimi olmak!” Yani mesele Adnan değil, malikâne. Mesele Nihat değil, Louis XV tarzı koltuklar. Mesele aşk değil, prestij.

Onun çocuklara duyduğu “sevimli üvey anne” ilgisi bile gösterişlidir. Küçük bir kız çocuğuna nasıl bakacağından çok, ona ne giydireceğini düşünür. Ve en sonunda yaşadığı yıkım, trajediden çok bir alışveriş kazasının bedeli gibi durur. Lüks bir çantaya bütün birikimini verip, çanta yolda parçalanınca “keşke almasaydım” demek gibi…

Adnan Bey: Ne Erkek Ne Karakter

Adnan Bey ise, Türk roman tarihinin en silik erkek figürlerinden biridir. Ne bir irade gösterir, ne bir derinlik taşır. O, Boğaz’ın ortasına bırakılmış ve dalgaların yönüne göre savrulan bir sandaldan farksızdır. Halit Ziya bu adamı bile isteye karaktersizleştirir: çünkü Adnan Bey, o dönemin “Batılılaşmış ama içi boş” tipolojisinin bir temsilidir. Hayatı beyaz eldivenler, altın gözlükler ve sessiz kabullenişler içinde geçer. Ne sevgiyi sahiplenebilir, ne ihaneti çözümleyebilir. Aşk değil, eşyadır onun derdi. O yüzden Bihter’in ihaneti onu sarstığında bile, asıl acıyı onurunun değil, evinin sarsılmasında duyar.

Nihal: Toplumsal Ahlakın Masum Simgesi Mi, Yoksa Dekoratif Bir Kukla Mı?

Roman boyunca süslenmiş ama susturulmuş bir figür: Nihal. Adnan Bey’in kızı olan Nihal, hem masumiyeti simgeler hem de edilgenliğin ta kendisidir. O kadar narin, o kadar hassas, o kadar kırılgandır ki neredeyse nefes aldığında yırtılacak gibi gelir. Ama bu kırılganlık, karakterin derinliğinden değil; tamamen pasifize edilmesinden kaynaklanır. Nihal, bir “ahlak dekorudur”. Onun varlığı, yalnızca Bihter’in suçunun fonudur. Hikâyede başına gelenler değil, sustukları önemlidir. Çünkü romanın sonunda Nihal’in temsil ettiği şey kazanır: Gösterişsiz ama kabul gören bir ahlak.

Aşk-ı Memnu’nun Asıl Meselesi: Yasak Aşk Değil, Yozlaşmış Toplum

Bu romanı basitçe bir “yasak aşk hikayesi” olarak okumak büyük hata olur. “Aşk-ı Memnu” aslında aşkı anlatmaz. Anlattığı şey; aşk kisvesi altında saklanan ihtiras, sınıf çatışması, kadınların sosyoekonomik araçlara indirgenmesi, burjuvazinin çürüyüşü ve toplumun estetikle ahlak arasında kurmaya çalıştığı dengesiz denklemdir.

Halit Ziya’nın kaleminde aşk bile estetik bir arıza gibi ele alınır. Herkesin derdi aşktan çok “görünmek”. Herkes, içi boş bir idealin kostümünü giymiştir. Bihter, güzel görünmek ister; Firdevs Hanım, genç görünmek ister; Adnan Bey, mutlu görünmek ister; Nihal, masum görünmek ister. Oysa görünüşler değil, içler çürük. Ve işte bu çürüme, romanın alt metninde sürekli sızan bir irin gibi akar.

Final: Ahlaki Zafer mi, Estetik İntihar mı?

Romanın sonunda Bihter intihar eder. Birçok okuyucu bunu büyük bir “pişmanlık anı” olarak yorumlar. Ama dur biraz… Bihter’in ölümü aslında bir kurtuluş da değildir, bir fedakârlık da. O ölüm, “artık başaramadım” diye intihar eden bir sınıf atlama projesidir. Bir kadının hayatta ulaşmak istediği tüm vitrinleri kırıldığı anda geride bir anlam kalmaz. O yüzden Bihter ölürken aşkına değil, kaybettiklerine ağlar. Mücevherlere, ipek kumaşlara, Boğaz’daki yalıya…


Ve Halit Ziya, bu çöküşü öyle zarif anlatır ki okur hem büyülenir hem iğrenir. Belki de romanın gerçek başarısı budur: Seni kendinden utandırarak etkilemek. Sonuç olarak Halit Ziya çirkin bir senaryoyu güzel yazmış.