Bir adım atıyorsun. Attığın adımın nereye gittiğini bilmiyorsun. Belki bir yere çıkacak, belki de seni daha derin bir boşluğa çekecek. Ama artık bu önemsiz. Çünkü adım atmak, yalnızca bir varoluş eylemi; bir yere gitmekle ilgisi yok. Ya da belki var. Emin olamıyorsun. Emin olmak için çaba bile harcamıyorsun.
Etrafını sis kaplıyor. Ama bu sis gözlerini kör etmiyor, sadece içindeki boşluğu daha görünür hale getiriyor. Sis, sanki her şeyi yutmuş gibi. Hangi yöne baksan aynı belirsizlik. Ama bu belirsizlik, rahatsız edici değil. Daha çok bir rahatlama gibi. Sanki soruların cevaplanmasına gerek kalmamış. Çünkü burada, cevap diye bir şey yok.
Bir süre yürüyorsun. Ayaklarının altında bir zemin var, ama ne olduğunu anlayamıyorsun. Belki toprak, belki taş, belki de yalnızca bir hayal. Zeminin sertliği değişiyor. Ama bu değişim bile senin için bir anlam taşımıyor. Yürümeye devam ediyorsun. Çünkü durmak bile bir eylem gerektirir. Ve eylemler burada, olduğundan çok daha ağır.
İleride bir masa beliriyor. Bu masa, her şeyin merkezi gibi. Ama masaya yaklaştıkça onun sadece bir gölge olduğunu fark ediyorsun. Üzerine hiçbir şey konmamış. Ama bu hiçbir şeyin kendisi bile ağır bir hikâye taşıyor gibi. Masaya dokunuyorsun. Yüzeyi pürüzsüz gibi, ama altında çatlaklar var. Çatlakların ne zaman oluştuğunu bilmiyorsun. Belki hep oradaydılar. Belki de sen dokunduğun anda belirdiler. Masanın yanındaki sandalyeye oturuyorsun. Ama oturmak bile seni yormuş gibi. Derin bir nefes alıyorsun. Ama aldığın nefes bile bir boşluğu doldurmuyor.
Bir süre sonra masanın üzerindeki çatlaklar genişliyor. Bu çatlakların içinden bir ışık sızıyor. Ama bu ışık, aydınlatıcı değil. Daha çok bir karanlığı temsil ediyor. Sanki her şey çözülüyor, kırılıyor, dağılıyor. Masanın üzerindeki boşluk bir çukura dönüşüyor. Ama bu çukur bir yere inmiyor. Daha çok her şeyi içine çeken bir boşluk gibi. Kalkmak istiyorsun ama kalkamıyorsun. Çukur seni çağırıyor. Ama bu çağrı bir ses değil; daha çok bir his.
Masadan uzaklaşıyorsun. Ama bu sefer yürüdüğün yol değişmiş. Önce daralıyor, sonra genişliyor. Yolun bir kenarında bir göl var. Ama bu göl, düşündüğün gibi değil. Suyun yüzeyi hareketsiz, ama aynı zamanda sürekli bir hareket varmış gibi. Gölün içine eğilip baktığında, hiçbir şey görmüyorsun. Kendi yansıman bile kaybolmuş. Belki de burada hiçbir şey asla yansımaz. Ama bu yokluk seni rahatsız etmiyor. Çünkü burada her şeyin yok olduğu bir denge var.
Yürümeye devam ediyorsun. İleride bir kapı beliriyor. Bu kapı, gördüğün tüm kapılardan farklı. Daha büyük, daha eski, ama daha belirsiz. Kapının üzerinde yazılar var. Ama bu yazılar bir dilin harflerine benzemiyor. Daha çok şekiller, kıvrımlar ve çizgilerden oluşmuş. Kapıya yaklaşıyorsun. Elini uzatıyorsun ama dokunamıyorsun. Çünkü kapı, dokunamayacağın kadar uzakta ama görebileceğin kadar yakın. Bir süre durup izliyorsun. Ama izlemek, hiçbir şeyi çözmüyor. Çünkü burada çözülmesi gereken bir şey yok.
Kapının ardında bir ışık görüyor gibi oluyorsun. Ama ışığa yaklaştıkça onun bir yanılsama olduğunu fark ediyorsun. Işık kayboluyor, geriye yalnızca karanlık kalıyor. Bu karanlık, düşündüğün gibi bir boşluk değil. Daha çok bir yoğunluk. Her şeyi içine çeken bir ağırlık. Kapıyı açmaya çalışıyorsun ama kapı senin hareketine yanıt vermiyor. Çünkü burada eylemler anlamsız. Sanki kapı zaten hep açıktı ama sen bunun farkında değildin.
Sonunda, bir uçurumun kenarında buluyorsun kendini. Uçurum, sonsuz bir boşluğa bakıyor gibi. Ama bu boşluk, düşündüğün kadar basit değil. Sanki her şey burada başlamış ve burada bitecekmiş gibi. Aşağı bakıyorsun. Ama aşağıda hiçbir şey görmüyorsun. Ve bu hiçbir şey, düşündüğünden daha ağır. Çünkü bu, sadece bir boşluk değil. Daha çok bir son gibi. Ama aynı zamanda bir başlangıç.
Bir adım daha atıyorsun. Ama bu adım seni ileriye değil, geriye götürüyor. Çünkü burada hareketin yönü yok. Ve bu an, seni her şeyden daha çok yoruyor. Sanki tüm dünya omuzlarına çöküyor ama aynı zamanda hiçbir şeyin ağırlığı yok. Ve sonunda, tüm düşünceler birer birer çözülüyor.
Bir ses duyuyorsun. Ama bu ses senin dışından değil, içinden geliyor.Uçuruma bir kez daha bakıyorsun. Ve uçuruma doğru bir adım atıyorsun. Ama bu adım, nereye gittiğini hiçbir zaman öğrenemeyeceğin bir yolculuğun başlangıcı. Çünkü belki de bu yolculuk çoktan bitmişti. Ya da hiç başlamamıştı.