Yazı kategorisi: Genel

Demirtaş -Erdoğan-Bahceli-Omurga

2015’ten Sonra Türk Siyasetinde Büyük Dönüşümler: Tutarsızlığın İbretlik Örnekleri

2015 sonrası Türk siyasetinde gerçekten de tarihî dönüşümlere şahit olduk. Özellikle Recep Tayyip Erdoğan ve Devlet Bahçeli gibi siyasi aktörlerin söylem ve eylemlerindeki keskin U dönüşleri, bugün ibretle izlediğimiz bir tablo ortaya koyuyor. Bu yazıda, Selahattin Demirtaş örneğini merkeze alarak iktidar ortaklarının nasıl kendi çizgilerini dahi çiğneyebilecek kadar tutarsız davranabildiklerini ele alacağım. Önemli bir not: Bu eleştiriler kesinlikle Demirtaş’ı savunmak için değildir. Aksine, Demirtaş’ın savunduğu ideolojik çizginin ve değerlerin binlerce masum insanın ölümüne ve milyonlarca insanın yerinden göç etmesine yol açtığına inanıyorum. Ancak mesele tam da burada – bunca acıya sebep olduğunu düşündüğüm bir figürü bile, siyasi çıkar uğruna bir gün şeytanlaştırıp ertesi gün aklamaya çalışan iktidar siyaseti daha büyük bir ikiyüzlülüğü gözler önüne seriyor.

2015: Kürt Barışından Çatışmaya, İttifaklardan U-Dönüşüne

2015 yılı, Türkiye siyasetinde bir kırılmayı temsil ediyor. Yıllarca çözüm süreci adı altında yürütülen ve Abdullah Öcalan ile görüşmeleri bile içeren barış arayışı, 2015’in ortasında çatışmaya dönüştü. 7 Haziran 2015 seçimlerinde Erdoğan’ın partisi çoğunluğu kaybedince, Bahçeli koalisyon seçeneklerini reddedip ülkeyi yeniden seçime götürme yolunu açtı. Sonrasında çatışmalar hız kazandı; güneydoğuda “hendek” olayları patlak verdi. Bir zamanlar Dolmabahçe’de devlet yetkilileriyle HDP’lilerin ortak bildiri okuduğu süreç çoktan bitmiş, yerini tankların şehir merkezlerine girdiği, kentlerin yerle bir olduğu bir savaş ortamına bırakmıştı. Binlerce insan hayatını kaybetti, yüz binlercesi evini terk etti – sadece 1990’larda değil, 2015 sonrasında da büyük bir insani maliyet yaşandı. (Nitekim resmi raporlara göre 1984’ten beri süren çatışmalarda 30 binden fazla insan ölmüş, 3 milyona yakın insan yerinden edilmiştir.)

Bu şiddet sarmalı içinde, Erdoğan ve Bahçeli arasında da siyasi bir yakınlaşma doğdu. O güne dek Bahçeli, Erdoğan’a ve partisine sert muhalefet eden biriydi. Hatta geçmişte Erdoğan’a çok ağır sözler sarf ettiği, “hesap vermesi gerekir” dediği bilinir. Ne var ki 15 Temmuz 2016 darbe girişiminin ardından Bahçeli keskin bir manevrayla rotasını değiştirdi ve Erdoğan’a açık destek vermeye başladı. Böylece 2018’de “Cumhur İttifakı” resmen kuruldu. Dün birbirine nefretle bakan iki lider, bir gecede omuz omuza verir oldu. Bahçeli yıllardır karşı çıktığı başkanlık sistemine onay verdi; Erdoğan ise düne kadar “hain” ilan ettiği muhalifleri sindirmek için Bahçeli’nin sert söylemlerini benimsedi. Bu ittifak, bugünkü iktidar bloğunun temelini oluşturdu.

Selahattin Demirtaş: Tartışmalı Bir Figür olarak Merkezde

Yazının odağındaki Selahattin Demirtaş, 2015 öncesinde barış sürecinin aktörlerinden biri olarak görülse de 2015 sonrasında hükümetin hedefe koyduğu başlıca isimlerden biri haline geldi. Halkların Demokratik Partisi (HDP) eş genel başkanı olan Demirtaş, özellikle 6-8 Ekim 2014 Kobani olayları nedeniyle suçlandı. Hükümet, Kobani’de IŞİD kuşatmasına karşı halkı sokağa çağıran HDP’nin bu çağrısını bahane ederek Demirtaş’ı “terör kışkırtıcısı” ilan etti. O eylemler sırasında farklı bölgelerde 53 kişi hayatını kaybetti – ki bunların çoğu HDP’liler ile Hüda-Par’lılar arasındaki çatışmalarda öldü. Bu olaylar iktidar propagandasında Demirtaş’ın “eli kanlı” biri olarak damgalanması için sürekli kullanıldı. Nitekim Devlet Bahçeli, Ekim 2020’deki Meclis grup konuşmasında “6-8 Ekim’de 53 kişinin ölümüne neden olan bölücü alçaklara en ağır ceza verilmelidir. Terörist Demirtaş bu olayların bir numaralı sorumlusudur” diyerek Demirtaş’ı doğrudan “terörist” ilan etmişti. Benzer şekilde Recep Tayyip Erdoğan da defalarca Demirtaş’ı “terörist” diye niteledi; 2017’de katıldığı G20 Zirvesi’nde yabancı gazetecilere “Bahsettiğiniz kişi bir teröristtir. Öyle bir terörist ki benim Kürt kardeşlerimi sokağa döküp 53 Kürt kardeşimin ölümüne yol açmıştır” sözleriyle Demirtaş’ı suçladı.

Bu sert söylemlerin altında, Demirtaş’ın açıkça dile getirmese de PKK çizgisine yakın durduğu algısı yatıyor. Demirtaş hiçbir zaman PKK’yı net bir şekilde “terör örgütü” diye kınamadı; bu tavrı Türk kamuoyunun önemli bir kesiminde ona karşı büyük bir güvensizlik ve öfke oluşturdu. İşte bu yüzden ben de Demirtaş’ı demokratik siyasetin bir modeli olarak görmüyorum. Savunduğu “öz yönetim” ve benzeri değerlerin, pratikte PKK söylemiyle iç içe geçtiği ve sonuçta kan ve gözyaşına yol açtığı çok açık. Türkiye’nin doğusunda yıllarca süren çatışmalarda masum köylülerden çocuklara, öğretmenlerden genç askerlere kadar sayısız can yitirildi; milyonlar göç yollarına düştü. Bu acı tablonun sorumlularından biri de elbette PKK ve onun etrafında şekillenen siyaset anlayışıdır – ki Demirtaş bu anlayışı büsbütün reddetmemiş, tam tersine siyasi söylemiyle dolaylı da olsa meşrulaştırmıştır. Dolayısıyla Demirtaş’a kişisel veya siyasi bir sempatim yok, olamaz da.

Ancak tam da bu nedenle, yani Demirtaş gibi benim açımdan eleştirilmesi gereken bir figürün durumu üzerinden, iktidarın ilkesizliğini göstermek daha önemli hale geliyor. “Terörist” dedikleri, “katil” dedikleri birine karşı tavırlarında bir nebze tutarlılık beklerdim. Gelgelelim, Erdoğan ve Bahçeli ikilisi öyle zikzaklar çizdiler ki Demirtaş konusunda – ve genel olarak Kürt meselesinde – bugün geldiğimiz nokta tam bir kara mizah örneğidir.

Düne Kadar “Terörist” Dediğiniz Kişiye Bugün “Hayırlı Olsun” Mu Diyorsunuz?

2016 yılı sonunda Selahattin Demirtaş tutuklanarak cezaevine kondu. O gün bugündür hükümet çevreleri ve Bahçeli gibi ortakları, Demirtaş’ı adeta şeytanlaştırarak tabanın gözünde bir numaralı düşman haline getirdi. 2018 Cumhurbaşkanlığı seçimi kampanyasında dahi Demirtaş rakip aday olduğu için hapisten TRT’ye bağlanmak zorunda kaldığında, iktidar onu “terörist başı” diyerek karalıyordu. 2023 genel seçimlerinde ise bu tutum zirveye çıktı: Erdoğan ve Bahçeli, ortak mitinglerinde halka “Bunlar (muhalefet) terörist Demirtaş’ı, Sorosçu Kavala’yı serbest bırakacak” diyerek korku salmaya çalıştı. MHP lideri Bahçeli, 2022’de Kılıçdaroğlu’nu hedef alırken “İktidar olsalar ilk iş terörist Demirtaş’ı ve sarhoş Osman Kavala’yı serbest bırakacaklar, sorarım sana Öcalan canisini de salacak mısın?” diye veryansın ediyordu. Yani Demirtaş’ın bırakılması fikri onlar için resmen vatan hainliğiyle eş değerdi.

Peki, aradan çok değil bir-iki yıl geçtikten sonra ne oldu dersiniz? Kasım 2025’te Bahçeli, herkesin ağzını açık bırakan bir açıklama yaptı: Hukuki süreçlerin tamamlandığını belirterek “Demirtaş’ın tahliyesi Türkiye için hayırlara vesile olacaktır” dedi. Yanlış okumadınız; daha dün “terörist, eli kanlı bölücü” diyerek yerden yere vurduğu Demirtaş’ın serbest kalmasını bugün “hayırlı” bulduğunu söylüyor. Üstelik sadece bunu söylemekle kalmadı, Meclis’te kurulan bir komisyondan İmralı adasına, yani Öcalan’a, heyet gönderilmesini de desteklediğini ilan etti! MHP lideri Bahçeli, kendi ağzıyla “Meclis’teki çözüm süreci komisyonundan seçilecek milletvekilleri İmralı’ya gidip gerekli mesajları almalı, MHP böyle bir heyete katılmaya hazırdır” dedi.

Devlet Bahçeli, yıllardır “terörist” dediği Demirtaş’ın artık serbest kalabileceğini söylerken (Kasım 2025). Bir zamanların en katı çizgisini temsil eden MHP lideri, bugün çözüm adına İmralı’ya heyet göndermekten bahsediyor.

Bu noktada insanın zihni allak bullak oluyor: Hani Demirtaş teröristti, hani İmralı ile görüşmek vatana ihanetti? Ne değişti de Bahçeli böylesine keskin bir çark etti? Elbette bu sorunun cevabı siyasal hesaplardan başka bir şey değil. 2024 yerel seçimlerinde iktidar blokunun büyükşehirleri kaybetmesi, ekonomik krizin derinleşmesi ve uluslararası baskılar derken, Erdoğan-Bahçeli ikilisi Kürt sorununda yeniden “çözüm” havasına girmeye mecbur kaldı. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararları Demirtaş’ın tutukluluğunu hukuksuz bulup tahliye çağrısı yapıyordu; içeride de Kürt seçmenin desteğini kazanmak için bazı adımlar gerekti. İşte bu koşullar altında, dün “Demirtaş çıksa ülke bölünür” propagandası yapanlar bugün “çıksa da bir şey olmaz, hatta iyi olur” moduna geçtiler. Bunun adı ilkesizlik değil de nedir? Bahçeli gibi bir figür bile, koltuğunu korumak uğruna kendi kırmızı çizgilerini çiğnemekten çekinmedi.

Erdoğan cephesine gelince… O henüz açık açık “hayırlı olsun” demese de, Bahçeli’nin bu çıkışına kayda değer bir itiraz getirmedi. Geçmişte “yargı bağımsız, biz karışmayız” diyerek Demirtaş’ın hapiste tutulmasına onay veren Erdoğan, Bahçeli “tahliye hayırlı” deyince yine “Yargı ne derse biz ona uyarız” klişesine sığındı. Aslında bu da bir tür sinsilik: Erdoğan muhalefetteyken yargının siyasi saikle Demirtaş’ı içeride tuttuğunu gayet iyi biliyordu ve bunu eleştirenleri “terör sevici” diyerek bastırdı. Şimdi ortağı rota değiştirince kendisi de hemen tarafsız “hakim bey” rolüne büründü. Oysa unutmayalım, Türkiye’de yargının Erdoğan’ın telkinleri olmadan böyle siyasi konularda adım atamayacağını bize bizzat son 10 yıl öğretti. Demirtaş’ın içeride kalmasını isteyen de, şimdi çıkmasına yeşil ışık yakan da aynı iktidar zihniyetidir. Erdoğan’ın “yargı kararı” söylemi, bu gerçeği örtmeye yetmez.

Öcalan’ın Mektubundan TRT’de Osman Öcalan’a: İktidarın Çıkar Pragmatizmi

İktidarın tutarsızlık örneklerini Demirtaş meselesinden ibaret sanmayın; bu sadece buzdağının görünen kısmı. 2019 İstanbul seçimlerinin tekrarında yaşananlar, Erdoğan ve Bahçeli’nin kendi söylediklerini nasıl yuttuklarının belki de en çıplak örneğidir. 31 Mart 2019’da İstanbul’da seçimi kaybedince, Erdoğan 23 Haziran’daki tekrar seçimi kazanabilmek uğruna Abdullah Öcalan’dan medet umdu! Evet, yanlış duymadınız: Devletin yıllardır “bebek katili” ilan ettiği, İmralı’da ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasını çeken PKK lideri Öcalan’ın bir mektubu, devlet kanalı aracılığıyla kamuoyuna servis edildi. Öcalan o mektubunda HDP’ye İstanbul seçimlerinde tarafsız kalma çağrısı yapıyordu. Yani alenen denildi ki: “Ey Kürt seçmen, oy vermeye gitme, Ekrem İmamoğlu’na destek olma.”

Bu mesajı iletmek için Doç. Ali Kemal Özcan adlı bir akademisyen İmralı’ya gönderildi ve mektupla döndü. Dahası, kırmızı bültenle aranan Osman Öcalan (Abdullah Öcalan’ın kardeşi) TRT Kürdi kanalına çıkarıldı. Devletin resmi yayın organında terör örgütü liderinin kardeşi sözde röportaj yaparak HDP seçmenine akıl vermeye çalıştı. Düne kadar “Teröristle müzakere olmaz, onları televizyonlarda övmek vatan hainliği” diyenler, İstanbul’u kazanacağım diye Öcalan’ın mesajlarını meydanlarda okutmakta beis görmedi. Bu olay öylesine yüz kızartıcıydı ki, bırakın muhalefeti, iktidar medyasının içinden bile “Osman Öcalan’ı TRT’ye çıkarmak hataydı” diyenler oldu. (Hükümete yakın Yeni Akit gazetesinin bir yazarı, AKP ve MHP’lilerin bile bu işi hata olarak gördüğünü yazdı.)

Bugün Bahçeli kalkıp soruyor mu: “İstanbul seçiminde sırf birkaç oy uğruna teröristbaşının mektubunu yayınlatan kimdi?” Hayır, sormuyor. Çünkü o da bu planın bir parçasıydı veya en azından ses çıkarmayacak kadar koltuk kaygısına düşmüştü. Halbuki Bahçeli’nin siyasi geçmişine baktığımızda, 1999’da Öcalan idamdan kurtulunca Meclis’te idam cezasının kaldırılmasına MHP olarak onay verdikleri için yıllarca eleştiriler aldı. Bahçeli hep “devletin başına devlet gelir” diyen, terörle mücadelede taviz verilemez diye konuşan biriydi. Ama işte koltuk uğruna kendi kendini tekzip eden açıklamalar yapmaktan çekinmiyor.

Bakın, daha dün Bahçeli, Kılıçdaroğlu’na “Öcalan’ı da salacak mısınız?” diye yükleniyordu. Peki bugün ne diyor? **“PKK’nın kurucusunun görüşleri alınmalı, İmralı’ya gidilmeli”**. Bu sözler Bahçeli’ye ait, akıl alır gibi değil. Geçmişte çözüm süreci döneminde İmralı’da HDP’liler Öcalan’la görüşürken “vay siz vatanı bölüyorsunuz” diyen Bahçeli, şimdi kendisi İmralı’ya heyet göndermeye hevesli. Bu nasıl bir tutarsızlık, nasıl bir siyasi döneklik, kelimeler kifayetsiz kalıyor.

HÜDA PAR İttifakı: “Terörist” Kim, “Dost” Kim?

İktidarın çelişkili politikalarının bir diğer boyutu da HÜDA PAR meselesi. HÜDA PAR (Hür Dava Partisi), kamuoyunda Türk Hizbullahı ile ilişkisi olduğu iddialarıyla bilinen bir parti. 1990’larda PKK ile çatışıp kanlı eylemlere karışan Hizbullah’ın devamı olabileceği yönünde yaygın bir kanaat varken, AKP bu partiyi 2023 seçimlerinde ittifaka dahil etti. MHP tabanında bile rahatsızlık yaratan bu durumu Bahçeli nasıl savundu dersiniz? Çıkıp “HÜDA PAR terörü tümden reddetmiştir, hiçbir yasa dışı örgütle bağı olmadığını milletimizle paylaşmıştır” diye açıklama yaptı. Yani Bahçeli’ye göre HÜDA PAR tertemiz, pırıl pırıl bir partiymiş, Hizbullah’la hiç alakası yokmuş! Oysa HÜDA PAR’ın genel başkanı 2022’de katıldığı bir programda “Türkiye’ye göre Hizbullah terör örgütü olabilir ama bana göre değil” diyecek kadar açık konuşmuş biriydi. Partinin birçok üyesinin geçmişinde Hizbullah bağlantıları olduğu basında defalarca yazıldı çizildi. MHP gibi “teröre karşı sıfır tolerans” iddiasındaki bir parti için normalde asla kabul edilemez şeyler bunlar. Fakat mevzubahis olan, Erdoğan’ın birkaç milletvekilliği daha kazanması olunca Bahçeli hemen tornistan yaptı. Bir eliyle HDP’yi şeytanlaştırıp diğer eliyle HÜDA PAR’ı aklamaya çalıştı.

Burada yine çifte standart çarpıcı biçimde görünüyor: “Bizim teröristimiz iyidir, sizin teröristiniz kötüdür” anlayışı. Bahçeli HDP’yi, tüm Kürt siyasi hareketini PKK ile bağlarından ötürü topyekûn hain ilan ediyor. Ama kendi ittifakına gelince, açık açık Hizbullah sempatisini dile getiren, Hizbullah hükümlülerine sahip çıkan bir partiyi meşrulaştırıyor. Hatta çıkıp yukarıdaki açıklamada HDP’yi hedef göstererek “HDP bir kez olsun PKK’yı kınamadı, ama HÜDA PAR terörü reddediyor” diyebiliyor. Gerçekten pes! Bu sözleri sarf eden Bahçeli değil miydi ki 1990’larda Hizbullah’ın şehit ettiği güvenlik güçleri için gözyaşı döken? Ne oldu şimdi, Hizbullah’ı “zamanında çökerttik bitti” diyerek hafife alır oldular. Tabii bu söylem hem tarihe hem şehitlere saygısızlık, hem de alenen gerçeğin çarpıtılmasıdır. Zira Hizbullah’ın siyasi uzantısı olduğu iddia edilen kişileri meclise sokmak için kırk dereden su getirdiler.

Bu tablo, Erdoğan ve Bahçeli’nin siyaset anlayışını net biçimde ortaya koyuyor: İlke yok, tutarlılık yok, yalnızca çıkar var. Günü geldiğinde en nefret edilenle ortak olunur, iş bitince tekrar düşman ilan edilir. Dün “vatan haini” denilen bugün “yerli ve milli” oluverir; dün “asla yan yana gelmeyiz” dedikleriyle bugün fotoğraf verilir.

İnce Alay ve Acı Gerçek: “Dün Dündür, Bugün Bugün”

Bu yazı boyunca ciddi bir dil kullandım, zira söz konusu olan memleket siyaseti ve bu siyasetçilerin güvenilmezliği. Yeri geldi taşlamadan da geri durmadım, çünkü olan biteni anlatmanın bazen en etkili yolu hicivdir. Aslında aklıma, George Orwell’in 1984 romanındaki “çift düşün” kavramı geliyor: Savaş barıştır, özgürlük köleliktir, cehalet güçtür. Bizdeki karşılığı da şu galiba: “Terörist kahramandır, düşman dosttur.” Bugün iktidarın yaptığı tam olarak bu ikiyüzlü doublethink halidir. Bir yandan meydanlarda milliyetçi nutuk atıyorlar, öbür yandan kapalı kapılar ardında dün “terörist” dedikleriyle pazarlık yapıyorlar.

Felsefi bir göndermeyle ifade edecek olursak, Herakleitos “aynı nehirde iki kez yıkanılmaz” demişti. Fakat bizim siyaset erbabı, her türlü suya defalarca girip çıkıyor, üstelik her seferinde de suyu başka renge boyuyor. Tutarlılık denilen erdem, ne yazık ki iktidar sahiplerinin lugatında yer almıyor. Dün ak dediklerine bugün kara diyebiliyorlar; dün vatana ihanet saydıklarını bugün milli çıkar diye yutturmaya kalkabiliyorlar. Bu noktada biz vatandaşlara düşen görev, hafızamızı taze tutmak ve bu siyasi taklaları unutmamaktır.

Benim bu yazıyı kaleme almaktaki amacım da tam olarak budur: Demirtaş’ı savunmak değil, siyasi figürlerin kendi söylemlerini bile nasıl ayaklar altına alabildiğini göstermek. Demirtaş konusunda şahsi fikrimi en başta net biçimde ortaya koydum. Onun savunduğu çizgiye karşıyım; çünkü o çizginin Türkiye’ye acı ve gözyaşından başka bir şey getirmediğini düşünüyorum. Ama tam da bu sebeple, ülkeyi yönetenlerin böylesine kritik bir konuda sergilediği tutarsızlık beni öfkelendiriyor. Bir insan hem “terörle mücadele kahramanı” rolü oynayıp hem de terörle ilintili gördüğü kişi ve yapılarla çıkar uğruna işbirliği yapamaz, yapmamalı. Eğer yapıyorsa, bu halkı aptal yerine koymaktır, ahlaki bir çöküştür.

Son tahlilde, Erdoğan ve Bahçeli’nin 2015’ten bugüne çizdiği zikzaklar Türkiye siyasetinin trajikomik bir özetidir. Öcalan’ın mektubundan Demirtaş’ın tahliyesine, çözüm sürecinden beka söylemine kadar her konuda oynadıkları iki yüzlü oyun ortada. Bu oyunda Demirtaş gibi isimler sadece birer piyon; bugün içeride yarın dışarıda olmaları tamamen iktidarın keyfine göre belirleniyor. İlkeler, değerler, tutarlılık ise çoktan sahneyi terk etmiş durumda.

Şimdi düşünüyorum da, belki de bu siyasilerin unuttuğu basit bir ilke var: “Dün dündür, bugün bugündür” diyerek her şeyi unutturamazsınız. Hafıza-i beşer nisyan ile malul olabilir, fakat bu millet sonsuza dek balık hafızalı kalmayacaktır. Gün gelir, bunca tutarsızlığın hesabı demokratik sandıkta sorulur. İşte o gün geldiğinde, kimsenin yüzünün kızarmayacağı bir geçmiş bırakmak en doğrusu olmaz mıydı? Ne yazık ki bizim ülkemizde siyasi ikiyüzlülük bir norm haline geldi. Ve biz bu normali kabullenirsek, yarın daha da büyük savrulmalara şaşırmamayı öğreneceğiz ki bu da toplumsal çürümenin başlangıcı olur.

Son söz: Bu yazı ne Demirtaş’ı ne de onun ideolojisini aklama çabasıdır. Tam tersine, bir vatandaş ve bu ülkenin bir ferdi olarak, ülkeyi yönetenlerin ilkesizliğine karşı bir isyan çığlığıdır. Çünkü eğer yöneticiler kendi koydukları kuralları, kendi söyledikleri sözleri hiçe sayabiliyorsa, bize adalet ve huzur adına söyleyebilecekleri hiçbir şey kalmamıştır. Artık kimse masal anlatmasın: Kral çıplak! Dün “terörist” dediklerine bugün “hayırlı olsun” diyenlerin maskesi düşmüştür. Bu maskenin ardında ise yalnızca koltuk sevdası ve iktidar hırsı vardır. Ve ben, Demirtaş’ı savunmuyor olsam da, böyle bir iki yüzlülüğe de teslim olmayı reddediyorum.

Kaynaklar:

Bianet – Bahçeli’nin 2020’de Demirtaş’a “Terörist, 6-8 Ekim’in sorumlusu” suçlaması

Van Olay Haber – Erdoğan’ın 2017’de Demirtaş için “53 kişinin katili olan bir teröristtir” beyanı

Bianet – Bahçeli’nin Kasım 2025’te “Demirtaş’ın tahliyesi Türkiye için hayırlı olur” açıklaması

Bianet – Bahçeli’nin “Meclis komisyonu İmralı’ya gitmeli, MHP heyete katılır” sözleri

Anadolu Ajansı – Abdullah Öcalan’ın 2019 İstanbul seçimleri öncesi HDP’ye tarafsızlık çağrısı haberi

Independent Türkçe – Osman Öcalan’ın TRT’ye çıkarılmasını iktidar medyasının dahi eleştirmesi

Bianet – Bahçeli’nin HÜDA PAR’ı aklamaya yönelik “HÜDA PAR’ın terör örgütüyle bağı yok” açıklaması

Bianet – Bahçeli’nin HÜDA PAR’ı savunurken HDP’yi PKK’ya bağlamakla eleştirmesi

Birleşik Krallık İçişleri Bakanlığı Raporu – 1984’ten beri süren çatışmaların 3.5 milyon insanı yerinden etmesine dair bilgi

Wikipedia (PKK sayfası) – PKK ile çatışmalarda hayatını kaybedenler ve mağdurların sayısına dair veriler

Yorum bırakın