Yazı kategorisi: Genel

Sonrası yokmuş gibi kısa bir roman: MUZ CUMHURİYETİ

Bir Muz Cumhuriyeti Romanı

I. Bölüm: Kartaş’a Uzak Notlar

Bazen insan, sesini duymak ister. Kendi sesini. Konuşmadığı için, uzun süre suskun kaldığı için, sustuğuna bile inanmak zor gelir. Sonra bir gün, bir şey olur. Çok şey olmaz, bir şey yeter. Ve o an, insan tekrar konuşmaya mecbur kalır.
Ben de öyle yaptım.
Uzun zamandır siyasetten, tartışmalardan, kalabalıklardan uzaktaydım. Kartaş’tan çok uzakta, Muz Cumhuriyeti’nin batı  sınırlarında, sessizliğin hâlâ bir erdem sayıldığı küçük bir kasabada yaşıyordum. Orada kimse yüksek sesle konuşmazdı. Kimse adını unutmak istemediği şeylerden bahsetmezdi. Tabi bunların hepsini uyduruyorum, hayır gerçek, hayır doğru,hayır yalan..
Ama sonra o haber geldi.
Kerem Demiröz’ün diploması iptal edilmişti.

Diploma…
Burada artık kimse o kelimeyi sadece bir kâğıt olarak görmüyordu. Kartaş’ta, belgeler gerçeklerin yerini alalı çok olmuştu. Gerçeklik, kağıdın üstündeki damganın, altındaki imzanın ötesinde bir şey değildi. Ama yine de, o diplomaların iptal edilmesi, bir tür ölüm ilanıydı Muz Cumhuriyeti’nde.
Ve Kerem, çoktan ölmüştü.
Benim gözümde çoktan.

Kerem, Kartaş’ın yükselen adamlarından biriydi. Belediyeden başlayıp, meydanlara uzanan bir yol izlemişti. Herkes ona “Halkın Kerem’i” demişti. Bense hiçbir zaman inanmadım. Muz Cumhuriyeti’nde hiç kimse halkın adamı olamazdı. Olsa da uzun sürmezdi.
Kerem de sürmedi.
Dün ‘herkesin başkanıyım’ diyen, ertesi gün ‘bizimkiler kazandı’ diyenlerden biriydi.
Ama işte… Mesele onun kim olduğu değildi.
Mesele, diplomasının hangi gerçekliği temsil ettiği değildi.
Mesele, Muz Cumhuriyeti’nin artık hiçbir gerçeği kaldırmıyor oluşuydu.

Atarıkaya yönetiyordu ülkeyi. Halk ona Devlet Başkanı derdi, ama biz Kartaşlılar ona “Başıbozuk” derdik. Çünkü onun yönetiminde her şey başıbozuktu. Kurallar, ilkeler, yasalar… Hepsi esnek, hepsi eğilip bükülebilir. Bugün neyin doğru olduğuna Atarıkaya karar verir, yarın ise tam tersine dönerdi. Ve herkes başını sallar, boyun eğerdi.
Atarıkaya’nın gözünde halk, sayıdan ibaretti. Kimi zaman “Yetmiş milyonuz” derdi, kimi zaman “Yetmiş milyona hesap sorarım!”
Ve sorardı.
Diplomasını iptal ettikleri Kerem’e de sormuşlardı hesabı.
“Sen kimsin de aday oluyorsun?”
Yanıtı belgelerde aramışlardı. Sahte diploma dediler. Yalan dediler. Kimse sorgulamadı.
O an anladım. Bu ülke, düşmeden önce son kez ayağa kalkacaksa, o da mezarlığa doğru yürümek için olacak tı!

II. Bölüm: Kartaş’ın Gölgesi

Kartaş, griydi.
Gökyüzü, duvarlar, taşlar… Hepsi aynı renkteydi. Şehir, kendini griye boyamıştı; belki suçlarını örtbas etmek için. Burada, kelimeler bile griydi.
Ben oradan uzak kalmayı seçmiştim.
Ama şimdi, bir yazı yazıyordum.
Kendime söz vermiştim: Bir daha siyaset konuşmayacaktım. Çünkü Muz Cumhuriyeti’nde gündelik siyaset, insanın ruhunu kemiren bir kurt gibiydi. Ne kadar direnirsen diren, sonunda seni kemirirdi.
Ama bugün yazıyorum.
Kerem’e değil. Onun da fırıldak olduğunu biliyorum. O da diğerlerinden farklı değildi. Ama adaletsizlik, bir kurban seçmez. Hak yerini bulmazsa, kim olduğunun önemi kalmaz.
Bugün Kerem, yarın başkası…
Ve sonunda hepimiz.

III. Bölüm: Başıbozuk’un Adaleti

Atarıkaya’nın sarayı Kartaş’ın ortasında yükselirdi. Sarayın adı Altın Saraytı. Ama herkes “Taşlık” derdi. Çünkü oradan taş üstüne taş konmazdı.
Adalet, o sarayın bahçesinde gömülmüştü.
Gören olmadı.
Ama hepimiz biliyorduk.
Diploması iptal edilen, aslında halkın kendisiydi. Kerem, sadece bahaneydi.
Bugün ona yapılan yarın başkasına yapılırdı.
Ama Muz Cumhuriyeti insanı unutkandı. Balık gibi hafızası vardı. Sabah olanı, akşama unuturdu.
Ve Atarıkaya bunu bilirdi.
Bu yüzden her defasında yeniden başlar, her defasında yeniden hükmederdi.
Ve biz, her defasında susardık.

IV. Bölüm: Sonrası Yokmuş Gibi

Kartaş’ın gökyüzüne baktım.
Bir daha bu konuları düşünmeyecektim.
Bir daha siyasetle ilgili yazmayacaktım.
Kendime yemin ettim.
Çünkü Muz Cumhuriyeti’nde, akıl sağlığını korumanın tek yolu susmaktı.
Yazdım…
Sonrası yokmuş gibi.
Çünkü biliyordum:
Sonrası yok.

Burada anlatılanlar tamamen hayal ürünüdür,gerçek hayatla hiçbir ilgisi yoktur.Neyse ki bu romanda ki gibi bir ülkede yaşamıyoruz Allah’ım sana şükürler olsun 🙏🏻

Yazı kategorisi: Genel

Memento Mori: Bugün Ölebilirsin Dostum



Memento Mori: Bugün Ölebilirsin Dostum!

Selam arkadaşlar,
Bugün sizinle biraz dertleşmek istiyorum.
Hayatı konuşalım, ölümü de…
Biraz hafif, biraz ağır…

Liseyi hatırlıyorum.
O zamanlar insan her şeyi dünyanın en büyük meselesi sanıyor ya…
Ben de öyleydim işte.
Bir meseleye fena kafayı takmışım.
Şimdi dönüp baktığımda, gerçekten “mesele” bile değilmiş aslında.
Ama o zaman işin içindesin ya, sanki dünya batıyor.
Bir arkadaşım vardı, hâlâ görüşürüz.
O zaman yanıma geldi, baktı suratım beş karış.
Ne oldu, dedi.
Ben de anlattım.
Dinledi, hiç ses etmedi.
Sonra bir cümle kurdu:
“Bak dostum, bugün ölebilirsin!”

Yeminle söylüyorum, ilk duyduğumda,
“Dalga mı geçiyor bu?” dedim içimden.
Gülümsedim hafif.
Ama baktım ciddi.
Gözümün içine bakıyor.
Devam etti sonra:
“Düşünsene, bugün öleceksin. Şu an buna mı üzülürdün?
Yoksa ‘benim daha önemli şeylerim var, bu boktan meseleye mi takılacağım’ mı derdin?”

O an…
Açık konuşayım, hak verdim.
Ama gurur işte…
Dışımdan bir şey belli etmedim.
Hani, “he he” deyip geçtim.
Ama aklımda kaldı o söz.
Bugün ölebilirsin!

O cümle sonra peşimi bırakmadı.
Evde, derste, yürürken… hep aklıma geldi.
Sonra başladım araştırmaya.
Bu lafın ardında başka bir şey var mı diye.
Ve karşıma Memento Mori çıktı.

Latince…
Anlamı: “Ölümü hatırla.”
Bunu Roma’da zafer kazanan komutanlara fısıldarlarmış.
Komutan arabasının arkasında bir köle yürür, halk alkışlarken kulağına usulca derdi:
“Memento Mori.”
Unutma, bir gün öleceksin.

Düşünsene…
Bir adam, Roma gibi bir imparatorluğun kahramanı olmuş.
Herkes onun önünde diz çökmüş, alkışlamış.
Ama biri kulağına eğilip diyor ki:
“Eyvallah, büyük zafer ama…
Unutma, öleceksin.”
Ne zafer, ne alkış, ne şan…
Sonunda herkes için aynı son.

Dedim ki kendi kendime…
Demek ki insanı diri tutan, tam da bunu bilmek.

Sonra İslam tarihine baktım.
Orada da Halife Ömer’le karşılaştım.
Anlatılır ki, her sabah yanına birini alırmış.
O kişi ona derdi ki:
“Ey Ömer! Ölüm var!”
Her sabah!
Halife olmuşsun, devletin başındasın, yetki sende…
Ama biri sana her gün ölümünü hatırlatıyor.
Ve sen buna razısın.
Niye?
Çünkü unutursan, yanılırsın.
Unutursan, büyüklük taslarsın.
Unutursan, kibirlenirsin.
Ve en kötüsü…
Unutursan, gerçekten yaşamayı da unutursun.

Ben o zaman anladım ki…
Bugün ölebilirsin lafı, öylesine söylenmiş bir şey değil.
İnsanın kendini hizaya çekmesi için söylenen bir cümle.

Geçen hafta bakım evinde bir teyze vefat etti.
O boş yataga bakıp uzun süre durup düşündüm.
Birkaç gün önce orada biri vardı.
Şimdi yok.
Ve biz ona “öldü” diyoruz.
Ama asıl mesele o eksiklik hissi.
O görünmeyen şey…
Ne eksildi?
Bilmiyorum.
Ama eksildi işte.
Ve bir gün benim de eksileceğim kesin.
Senin de.
Hepimizin.

İşte o yüzden…

Biliyor musun, bu cümle sayesinde şunu fark ettim:
Artık çoğu şeye eskisi kadar kafayı takmıyorum.
Eskiden olsa, biri laf eder… Günlerce düşünürdüm.
Biri bir şey yapar, içime dert olurdu.
Şimdi bir duruyorum.
Diyorum ki:
“Mehmet, bugün ölebilirsin. O da ölebilir.”
Eğer gerçekten bugün ölecek olsam, buna kafayı takar mıydım?
Hayır!
O zaman niye şimdi takayım?
Demek ki, üzülmeye değmez.
Demek ki, cevap vermeye bile değmez bazen.
Bir mesele, bugün ölebileceğimi bildiğimde hâlâ önemliyse, tamam, konuşurum.
Ama değilse… Bırak gitsin.

Bunu düşününce, garip bir hafiflik geliyor insana.
Omzundan bir yük kalkıyor sanki.
Çünkü bazı şeyler, gerçekten o kadar büyük meseleler değil.
Sadece biz büyütüyoruz.
Ama “Memento Mori” diyor ki:
Unutma, bir gün öleceksin.
O yüzden, yaşamaya değer şeylere bak.
Gerisi…
Toz gibi savrulup gidiyor zaten.

Ben bazen kendi kendime o sözü biraz değiştirip diyorum ki
“Mehmet, bugün ölebilirsin, oda ölebilir “
Bunu söylediğimde, hem kendime daha az kızıyorum
Başkalarına da…
Kızacakken, üzülecekken
Diyorum ki:
“Ya bugün o da ölebilir. Bugün ben de.”
Hemen bir şey değişiyor.
Bir ağırlık kalkıyor üstümden.
Bir mesele büyümeden sönüp gidiyor.


Memento Mori…
Ölümü hatırla!
Ama bu, karamsarlık için değil.
Hayatı, yaşarken ıskalamamak için, üzülmemek için..

Bugün buradayız.
Hâlâ nefes alıyoruz.
Hâlâ gözlerimizi açıp gökyüzüne bakabiliyoruz.
Birine iyi bir söz söyleyebiliyoruz.
Birini affedebiliyoruz.
Ve bazen sadece susup içimizden “eyvallah” diyebiliyoruz.

Yarın?
Kim bilir?
Ama bugün var.
Ve bence bugün, en kıymetli an.
Evet
“Bugün ölebilirim, o da ölebilir ” sözü benim için çok faydalı bir reçete oldu. Bu sözü bana söyleyen arkadaşım sana minnettarım.

Yazı kategorisi: Genel

BENCE

Aynı Gökyüzü, Ayrı Dünyalar

Gözümüzü açtığımız andan itibaren aynı yeryüzünde dolaştığımızı sanıyoruz. Aynı havayı soluyor, aynı bulutlara bakıyoruz sanki. Aynı şehri, aynı yolu, aynı insanları görüyoruz… Ama bir durup düşününce insan şunu fark ediyor: Görünenin ötesinde, herkes kendi ayrı dünyasında yaşıyor. Bunu sadece romantik bir benzetme olsun diye söylemiyorum. Gerçek anlamda böyle.

Bizim baktığımız dünya ile bir başkasının baktığı dünya, aynı sokak tabelasını gösterse bile, aynı yer değildir. Görmek bir eylemse, anlam yüklemek onun rengine karar veren boyadır. Ve herkes fırçayı farklı tutuyor.

Aynı olamaz zaten. Çünkü hepimiz, kendi zihinlerimizin içinden çıkamıyoruz. Hepimizin zihni, bir anahtar deliğinden bakıyormuş gibi. O deliğin boyutunu da, baktığımız yönü de, ışığın düştüğü açıyı da kendi hikâyelerimiz belirliyor. Nasıl büyüdük, kimden korktuk, neye güldük, hangimiz bir derdi susturmak için gökyüzüne uzun uzun baktı… Hepsi, gördüğümüzü belirliyor.

Ve biz tüm bu benzersiz deneyimleri alıp, birkaç basit sözcüğün içine sığdırıyoruz. İki kelimeyle anlatıyoruz kendimizi, üç cümleyle özet geçiyoruz dünyayı. Oysa, kelimelerin sırtına yüklediğimiz anlam, her an değişiyor. Hatta bazen aynı kelimeyi ikinci kez söylerken, içimizdeki karşılığı bile farklılaşıyor. İlk söylediğinde “umut” demiştin mesela, ikincisinde “çaba”yı kast ediyorsun ama farkında değilsin.

O yüzden bazen düşünüyorum da… Dünya hakkında kurduğumuz her cümle, devasa bir “bana göre” ifadesinden başka bir şey değil aslında. Ve yine farkında olmadan, bu “bana göre”leri, evrensel bir doğruymuş gibi taşımaya çalışıyoruz. Sanki kendi gözümüzden gördüğümüz şey, herkes için apaçık ve sorgusuz doğruymuş gibi.

İnandık mı Tamam!

Bir de şu var: İnsan, bilgiden önce inançla hareket ediyor. Zihnin böyle çalışıyor, kaçış yok. Önce inanıyoruz, sonra ona uygun parçaları toplayıp “bilgi” diye paketliyoruz. İster bilim insanı ol, ister kasabada bakkal… Aynı mekanizma hep devrede. İnançlarımız, beynimizin en derin devrelerine işlenmiş. Biz daha farkına bile varmadan, gördüğümüzü, duyduğumuzu, hissettiğimizi onlar süzüyor. Ve bize hazır hale getiriyor. Saniyeler içinde, şipşak karar veriyoruz; iyi mi, kötü mü, doğru mu, yanlış mı diye.

O yüzden, gerçekten sorgulayan bir zihne sahip olmak kolay iş değil. Ön kabulsüz düşünmek, her şeyi olduğu gibi görmek… İnsanın kendine dürüstçe dönüp bakması gerekiyor. Ki itiraf edeyim; bunu başaran azdır. Ben de dahil.

Bilgi Herkesi Değiştirir mi?

Sanıyoruz ki bilgi değiştirir insanı. Değiştirir elbet, ama sadece kapısını açık tutana. Değişime direnmeyene. Eğer biri gerçekten, yürekten dönüşmek isterse; yeni öğrendiği bir şey, kök salmış inançlarını bile sarsabilir. Ama istemezse… Dağ gibi kanıt sunsan ne fayda! Zihin ona uygun bir kılıf bulur, üstünü örter. Bir “boş laf” der, “uydurma” der, hatta bazen “tehlikeli” bile diyebilir.

Hep söylerler,  cehalet bilmemek değil. Öğrenmeyi reddetmektir. Çünkü yeni bir bilgi, oturmuş düzeni sarsar. Zihinsel koltuğundan kaldırır seni. Yeniden yerleşmen gerek, yeni kurallar koyman… Uğraşmak istemeyiz. Hem kim öğretti ki bize, öğrendiğimizi süzgeçten geçirmeyi, sorgulamayı?

Bunu bilen bir büyüğüm derdi ki; insan önce kendi zihnini eğitmek zorunda. Yoksa başkasının dünyasında kiracı olur. Ne derlerse ona inanır, ne gösterirlerse ona bakar. Özgürlük dediğimiz şey, önce kendi aklında başlar.

Benim de Fikrimi Soruyorlar… Ama…

Bak, dürüst olayım: Benim de birçok konuda fikrim var aslında. Okuyorum, izliyorum, düşünüyorum. Kafamda dönen onlarca mesele var. Ama yine de biri bana “Sen ne diyorsun?” diye sorduğunda, çoğu zaman şöyle bir durup “Bilmiyorum” diyorum. Belki garip gelecek ama hayatımda en çok kullandığım kelime bu olabilir: Bilmiyorum.

Çünkü hakikaten bilmiyorum. Çünkü bazen fikrim var ama net değilim. Emin değilim. Kimseye de “doğrudur” diye sunacak kadar iddialı olamıyorum. O yüzden bilmiyorum diyorum, demekten de çekinmiyorum. Bazen susmak, konuşmaktan daha zor gelir insana. Ama o “bilmiyorum” dediğin an, bir şey öğrenmenin kapısını aralıyorsun işte.

Peki Nereye Gidiyoruz?

Şimdi gel de bu çağın en büyük tuzağına bak: Herkesin bir fikri var! Sosyal medyada gezin, üç dakikada üç yüz fikir duyarsın. “Bence”ler havada uçuşur. Biri kalkar “Böyle!” der, diğeri “Hayır öyle değil!” der. Herkes uzman, herkes yorumcu, herkes doğrucu başı.

Ama işin kötüsü şu: Herkes “bence”sini doğru kabul ediyor. Sadece kendisine ait bir düşünceyi, sanki herkesin kabullenmesi gereken bir yasa gibi sunuyor. Bir de bunu güçlü bir unvanla söylersen, tamamdır. Kitleleri sürüklemek işten bile değil. Bir profesör, bir fenomen, bir siyasetçi… “Bence”sini söyler ve bir anda binlerce insanın “doğrusu” olur.

Ama insan kendi “bence”sine tutsak olursa, işte o zaman hakikat iyice uzaklaşır. Çünkü kendi zihninin dışına çıkamaz. Oysa “Sen nasıl düşünüyorsun?” diye sormak var ya… Belki de o sorduğun kişinin cevabı, senin “bence”ne yeni bir pencere açar. Görmediğini gösterir.

Çare?

Önce küçük şeylerle başlamak lazım bence. Dilimizi, kelimelerimizi iyi seçmek mesela. Anlatırken, sorgularken dikkat etmek. Sokrates’in üç filtresi vardır ya hani: Gerçek mi? İyi mi? Faydalı mı? Onları cebinde taşımak. Her duyduğuna hemen inanmak yerine, bir durup düşünmek. “Bu doğru mu? Bana ne katıyor?” demek.

Kimseye danışmadan, “Bir dakika ya, ben buna neden inanıyorum?” diye sorgulamak. Kolay değil. Alışık değiliz çünkü. Ama öğrenilebilir. Zamanla zihnin başka bir esnekliğe kavuşuyor. Bir gün kendini daha önce asla inanmayacağını düşündüğün bir şeyi düşünürken buluyorsun. O an anlıyorsun, başka bir dünya mümkün.

Ama acele yok. Hasar büyük. Yavaş yavaş tamir edeceğiz. Zamanla…

Ve En Sonda…

Hepimizin gözü, dar bir tünelden dışarı bakıyor. Bu yüzden bilgiçlik taslayan insanları görünce için tuhaf olur, uzaklaşırım, soğurum . Görüş alanımız sınırlı, ister kabul et ister etme. Gerçeğin tamamını görebilmek için o pencereyi biraz daha büyütmek lazım. Belki de “bence”lerimizi biraz susturup, “sence?” diye sormak gerekiyor. O zaman dünya, sadece senin zihninin değil, başkalarının da hikâyesi oluyor.

Ne demiş eskiler? “Talebin neyse, osun.”

Eğer yeni bir bakışa talipsen, açılıyor kapılar. Yoksa… Biz yine “bilmiyorum” der geçeriz. Ama en azından bilmediğimizi bilerek yaşarız.

Ve belki de bu, en azından cehenneme düşmeden önceki son çıkıştır.

Yazı kategorisi: Genel

Süper Zombilere Mektup

SÜPER ZOMBİLERE MEKTUP 

Merhaba sevgili dostlarım

Aslında bu yazıya nasıl başlanır, emin değilim.
Bazen insanın aklında bir şeyler dolaşır, bir şeyler görür onları anlatmak ister ama nereden tutacağını bilemez ya… Öyle bir hâlde yazıyorum şimdi.
Ama madem geldin, birlikte biraz düşünebiliriz belki.
Dünyaya, kendimize, yaptıklarımıza şöyle hafifçe dışarıdan bakmayı deneyebiliriz.

Zor bir şey değil.
Sadece… biraz durmak yeter.
Ve belki, durunca, o sorular kendiliğinden gelir.
Öyleyse bir soruyla giriş yapalım.

İnsanı insan yapan şey tam olarak nedir? Et midir, kemik midir, bir göğüs kafesinin içindeki nabız mıdır? Yoksa her şeye hükmeden o meşhur “zihin” midir? Yani düşünen varlık olarak tarif ettiğimiz insan mı insanı insan yapar?

Hayır, hiçbiri değil diyorum kendi kendime. Bütün bunlar sadece bir araya getirilen tuğlalar; ama evin neye benzediği, hangi hikâyeleri anlatacağı, hangi pencereden hangi manzarayı göstereceği… İşte o başka bir şey. O şeyin adı, şuur.

Şuur… Bir başka ifadeyle farkındalık. Ama öyle süslü cümlelerle dolup taşan bir farkındalık değil bu. Öyle “anı yaşa” motivasyonlarıyla şişirilmiş bir bilinç hâlinden de söz etmiyorum. Gerçek şuurdan bahsediyorum: İnsan olduğunun bilincinde olmak. Yaptığının sonucunu bilmek.Yapabileceğini bilmek. Ve en zor olanı: Yapmamanın mümkün olduğunu bilmek.

Bak, burada duralım bir an. Yapmamak. İnsan dediğimiz varlık, elini uzatıp taşı fırlatabilir; ama aynı elini dizine koyup taş atmaktan vazgeçmeyi de seçebilir. İşte tam burada başlar insanlık. O vazgeçişte. O frende. O kendi kendine “Hayır” diyebilmekte. Durdurabilmekte eli, dili, gözü, düşünceyi. Bazen bir söz çıkacakken dudaklarından, bilirsin ki çıkarsa kıracaktır, yok edecektir, geri alınmayacaktır… Ve susarsın. İşte o suskunluk, şuurdur.

Ama… Şuur yoksa?

Durup düşünelim şimdi bu sorunun etrafında. Şuur yoksa…
Eğer yaptığını bilmeden yapan, yaparken durduramayan, durdurmayı aklına bile getirmeyen bir varlık varsa karşımızda… Onun adı insan değildir. Ona başka bir şey demek lazım. Ve inanın bana, “zombi” bile hafif kalır burada.

Zombiler… Bildiğimiz türden olanlar… Onlar basittir. Karınlarını doyurmak için hareket ederler. Açlıktan doğmuş, açlıkla yön bulan varlıklardır. Beğen ya da beğenme, gayet dürüst yaratıklardır aslında. Canı et ister, et yer. Basit bir motivasyonu, açık bir dürtüsü vardır. Tiksindiricidir ama samimidir.

Ama…
Şuurdan mahrum insan? İşte o, bambaşkadır. O, zombi değildir. O, bir süper-zombidir. Öyle bir mahlûktur ki; sadece eline geçen eti yemez. Sadece karşısındakinin vücudu lime lime etmez. O, seni “neden” yokluğuyla öldürür. “Nasıl oldu?” dedirterek yorar. “Niye böyle biri?” diye düşündürerek umudunu kırar. Çünkü o artık neden yapıyor bilmiyordur. Yaparken kimse dur demiyordur ona. Hatta kendi bile kendine dur demiyordur. Ve asıl korkunç olan budur.

Şuurdan mahrum olan, farkındalığı kaybetmiş bir insan, kendi eylemlerine seyirci bile değildir. Onlar, yaptığı şeyle kendisi arasına mesafe koyamaz. Kendisine yabancılaşmaz bile! Çünkü kendisini hiç tanımamıştır ki yabancı olsun!
Birisinin yüzüne bir tokat indirir, ama bunu neden yaptığını bilmez, Birisini sözleriyle, eylemlerleriyle kırar, zor durumda bırakır ama bunu neden yaptığını bilmez.
Bir halkı sömürür, ama yaptığının adını koymaz.
Bir ormanı yakar, ama ardından hiçbir pişmanlık duymaz.
Çünkü şuur yoksa, pişmanlık da yoktur.
Şuur yoksa, başka bir ihtimalin varlığı da yoktur.

Yani böyle biri, eline bir taş alır, fırlatır. Neden? Çünkü taşı eline almıştır. Başka bir şeyi seçebileceği aklından bile geçmez. “Fırlatma!” diyecek bir iç ses yoktur. “Dur dur” diyen bir vicdan yoktur. Eylem başlamıştır ve durdurulamaz.

İşte tam da bu yüzden, klasik zombi anlatılarında bile böyle bir mahlûk göremezsiniz. Çünkü zombiler en azından dışarıdan görünür biçimde tehlikelidir. Ama şuurdan mahrum insan öyle değildir. O, bazen kravat takar, kürsüde konuşur, bazen bir devletin başındadır, bazen çocuklara masal anlatır. Ama içinde olan, görünenden farklıdır. O, “başka bir şeyi seçme” ihtimalinin ortadan kalktığı andır.

Ve…
O an, insanın bittiği andır.

Bak şimdi…
Şuur, bizi insan yapan yegâne cevherdir. Olmasaydı, biz sadece rastlantılarla hareket eden et yığınlarından ibaret kalırdık. Ama şuur, bize başka bir yolu gösterir.
“Hayır” deme yolu.
“Yapmama” ihtimali.
“Seçme” özgürlüğü.

Bir insan, yapabilecek iken yapmıyorsa, işte orada bir ahlak doğar. Ve ahlak, sadece şuurun olduğu yerde mümkündür. Bu yüzden, ahlakın kaybolduğu yerde, şuur da kaybolmuştur aslında.

Ve orada… O dünyada… Süper-zombiler hüküm sürer.

Kısacası, şuur yoksa, insan yoktur.
Ve insan yoksa, karşımızda sadece bir et ve kemik yığını değil; başka hiçbir zombi filminde göremeyeceğiniz kadar korkunç bir süper-zombi vardır.

Sen buna “insan” demek ister misin?

Yazı kategorisi: Genel

Burada, Karanlıkta

Burası küçük. Fazlasına ihtiyacım da yok. Işık fazla geldiğinde gözlerim kamaşıyor, sesler yükseldiğinde içimde bir şeyler sıkışıyor. O yüzden buradayım. Karanlıkta. Sessizlikte.

Ama bazen duvarların ötesinden sızıyorlar. Ne söylediklerini tam duyamıyorum, duymak da istemiyorum zaten. Ama biliyorum, yine aynı şeyler. Yüzeyde gezinen kelimeler, havada uçuşan anlamsız cümleler… Onlar için çok önemli belki ama buradan bakınca hiçbir şey ifade etmiyorlar.

Bazen kafamı yoruyor. Neden bu kadar uğraşıyorlar? Neden bu kadar hevesliler? Ne kazandıklarını sanıyorlar? Bilmiyorum. Belki de bilmek istemiyorum.

Burada, karanlıkta, her şey daha gerçek gibi. Daha az ama daha sahici. Fazlalıklardan arınmış bir huzur var. Ama yine de bazen duvarlar inceliyor, bir şeyler içeri sızıyor. O zaman biraz rahatsız oluyorum.

Geçici bir his. Geçer. Her şey gibi.

Yazı kategorisi: Kavramlar

Gerçek Bakanlığı

Merhaba sevgili dostlar.Kavramlar serimizin {bu seride ne yapıyorum: https://neohermosta.blog/%e2%9e%a1%ef%b8%8f-kavramlar/ }ilk yazısı George Orwell’ın 1984 romanında geçen “Gerçek Bakanlığı”.Şimdi  sizlere Sevgili Sinan Canan hocanın İFA üçlemesinin ilk kitabı olan “Beden” kitabında yer verdiği bir hikayeyi anlatmak istediklerimi kolaylaştıracağına inandığım için hiç değiştirmeden aynen alıntılıyorum:

Gerçek ve Yalan bir gün karşılaşırlar.
Yalan, Gerçek’e: “Bugün muhteşem bir gün!” der.
Gerçek, gökyüzüne bakar ve iç çeker, çünkü gün gerçekten de çok güzeldir.
Birlikte biraz zaman geçirirler ve bir kuyunun başına varırlar.
Yalan, Gerçek’e: “Su çok güzel, haydi birlikte yıkanalım” der.
Gerçek biraz şüphelidir ama suyu kontrol eder ve gerçekten güzel olduğunu fark eder.
Bunun üzerine ikisi de kıyafetlerini çıkartıp suya girerler.
Aniden, Yalan sudan çıkar, Gerçek’in kıyafetlerini alır ve hızla kaçar.
Gerçek sudan çıktığında, elbiselerini bulamaz ve bir hayli öfkelenir.
Yalan’ı bulmak ve kıyafetlerini geri almak için her yere koşar.
Ama Dünya, onu çıplak gördüğünde bakışlarını çevirir ve onu görmek istemez.
Zavallı Gerçek, çaresizlik içinde kuyuya geri döner ve sonsuza kadar saklanır.
O günden sonra Yalan, Gerçek gibi giyinerek dünyayı dolaşır.
Çünkü Dünya, hiçbir şekilde Çıplak Gerçek ile karşılaşmak istemez.



Bu hikâye, George Orwell’ın 1984 kitabında ki Gerçek Bakanlığı’nın temel felsefesini anlamamız için mükemmel bir metafor.

Orwell’ın 1984 romanında Gerçek Bakanlığı, insanların gerçeğe ulaşmasını engelleyen, yalanları süsleyerek gerçek gibi sunan bir kurum. Tıpkı hikâyedeki gibi, Gerçek sessizce bir kenara çekilmiş, insanlar ise gerçeğin elbiselerini giymiş Yalan’ı alkışlamaktadır.

Peki,Orwell’ın Gerçek Bakanlığı ne yapıyor?

Tıpkı Yalan’ın Gerçek’in kıyafetlerini çaldığı gibi, gerçekleri çarpıtıyor, değiştiriyor ve bambaşka bir şeye dönüştürüyor. Daha dün “hain” olarak ilan edilen bir isim, bugün “kahraman” olarak sunulabiliyor. Geçmişte “ülkenin kurtuluşu” olarak tanıtılan bir proje, yıllar sonra “yanlış bir karardı” denilerek unutulabiliyor. Ekonomik krizlerin, savaşların, siyasi çalkantıların nedenleri, halkın hafızasıyla oynanarak yeniden yazılıyor.

Ve halk, Yalan’ın gerçeğin elbiselerini giymiş haline inanmaya devam ediyoruz. Çünkü 1984’te , Geçmiş Bakanlığı arşivleri temizlediğinde, eski haberleri ortadan kaldırdığında, insanlar artık neyin gerçek olduğunu hatırlayamaz hale geliyor.

Orwell’ın uyarısı çok net:

Gerçek, elbiseleri çalındığında tanınmaz hale gelir.Geçmiş gerçeğin elbisesidir.Eğer geçmişi unutursak, geleceği kim şekillendirecek? Eğer hafızamız silinirse, bize ne anlatırlarsa ona inanmak zorunda kalmaz mıyız?



Tıpkı Gerçek’in utancından kuyuya çekildiği gibi, dünyada da gerçekler yavaş yavaş gözden kayboluyor. Ve onların yerine, Parti’nin, iktidarın, medyanın, çıkar gruplarının sunduğu süslenmiş yalanlar geçiyor.

Bu çok kötü hem de çok çok kötü.

Yazı kategorisi: Zihin Haritası

1.) Gerçek Nedir

Gerçeklik Nedir? Zihin Haritasıyla Bir Yolculuk

Bazen bir kelimenin anlamını bildiğimizi sanırız, ama üzerine düşünmeye başladığımızda işler karışır. Gerçeklik de öyle bir kelime. İlk bakışta çok açık gibi görünüyor: “Gerçek olan şeyler.” Ama biraz derine inince, gerçekliğin ne olduğu konusunda herkesin farklı bir fikri olduğunu fark ediyorsun.

Bunu netleştirmek için bir zihin haritası çıkardım. Gel, birlikte düşünelim.




1. Fiziksel Gerçeklik: Dokunabildiğimiz, Ölçebildiğimiz Dünya

En kestirme cevaplardan biri şudur: Gerçek olan şeyler, fiziksel dünyada var olanlardır. Yani şu an oturduğun sandalye, elindeki kahve kupası, bilgisayarın veya telefonun, hatta yerçekimi… Bunlar bilimsel olarak ölçülebilir, deneylerle doğrulanabilir şeylerdir.

Fiziksel gerçeklik neden önemli?
Çünkü modern bilim, evreni anlamak için fiziksel gerçeklikten yola çıkar. Deneyler, gözlemler ve matematiksel kanıtlarla doğrulanabilen şeyleri “gerçek” kabul ederiz.

Ama burada bir problem var: Eğer sadece fiziksel olarak var olan şeyler gerçekse, hayal gücü, düşünceler ve duygular ne olacak? Onları ölçemiyoruz, ama yok da diyemeyiz. İşte burada zihinsel gerçeklik devreye giriyor.




2. Zihinsel Gerçeklik: Düşünceler, Rüyalar ve Yanılsamalar

Fiziksel gerçeklik ölçülebilir şeylerden oluşuyorsa, aklımızın içinde olup bitenler ne olacak? Rüyalarımız, hayallerimiz, sanrılarımız?

Diyelim ki rüyanda bir ormanda yürüdüğünü gördün ve hatta içinde korkuyu hissettin. Uyandığında o orman gerçekten var mıydı? Hayır. Ama senin için bir anlığına gerçekte var olmuş gibi hissettirdi.

Bunu genişletelim. Eğer dünya sadece zihinsel bir yanılsamaysa? Matrix gibi filmlerde işlenen bir konu bu: Ya dünya aslında bir simülasyonsa ve biz sadece beynimizin oluşturduğu bir illüzyonda yaşıyorsak?

Descartes’in ünlü şüphesi de buraya bağlanıyor:

“Düşünüyorum, öyleyse varım.”



Descartes, her şeyden şüphe edebiliriz ama şüphe ettiğimiz gerçeğinin kendisi bile bizim düşündüğümüzü kanıtlar diyordu. Yani en azından bilincimizin var olduğundan emin olabiliriz.

Ama bu bizi başka bir soruya götürüyor: Gerçeklik sadece bizim zihnimizde mi, yoksa dışarıda bizden bağımsız olarak var mı?




3. Algı: Gerçekliği Nasıl Biliyoruz?

Burada devreye algı giriyor. Biz dünyayı beş duyumuzla algılıyoruz: Görme, işitme, dokunma, tat alma ve koku alma.

Ama algılarımıza ne kadar güvenebiliriz?

Mesela şu an önündeki ekrana baktığında, renkleri gördüğünü sanıyorsun. Ama fiziksel olarak renkler gerçekte var mı? Hayır. Renkler, beynimizin ışığın dalga boylarını yorumlaması sonucu ortaya çıkıyor.

Yani “gerçek” dediğimiz şey, aslında beynimizin dış dünyayı nasıl işlediğine bağlı. Eğer algılarımız değişirse, gerçeklik de değişir mi?

Bunu şöyle düşün:

Birisi doğuştan körse, kırmızının ne olduğunu ona anlatabilir misin?

Birisi sağırsa, müziğin nasıl bir şey olduğunu gerçekten anlayabilir mi?


Bunlar beynimizin dış dünyayı yorumlama biçimine bağlı olduğumuzu gösteriyor. Belki de her insan, kendi algısına göre farklı bir gerçeklik yaşıyor.

Bu bizi en büyük soruya götürüyor: Gerçeklik tamamen göreceli mi, yoksa herkes için aynı olan mutlak bir gerçeklik var mı?




4. Mutlak Gerçeklik: Evrenin Temel Doğası

Burada işler felsefi ve metafizik bir noktaya kayıyor. Mutlak gerçeklik var mı? Yani biz olsak da olmasak da varlığını sürdüren, değişmeyen bir gerçeklik var mı?

Platon’a göre evet. Onun İdealar Kuramı, fiziksel dünyanın yalnızca bir yansıma olduğunu, gerçek dünyanın ise değişmeyen ve mükemmel olan “İdealar Dünyası”nda bulunduğunu söylüyor.

Örneğin: Duvardaki bir üçgeni silebilirsin, ama üçgen kavramı hep var olacaktır. İşte Platon’a göre gerçeklik budur: Geçici olanlar değil, değişmeyen kavramlar.



Ama bilim bu konuda ne diyor? Fizikçiler, evrenin yasalarının her yerde aynı olduğunu düşünüyor. Yani eğer Mars’a gitsek de, bir başka galaksiye ulaşsak da yerçekimi gibi temel yasalar değişmeyecek.

Bu da mutlak bir gerçekliğin var olabileceğini gösteriyor. Ama yine de bunun ne kadarına ulaşabildiğimiz tartışmalı bir konu.




Sonuç: Gerçeklik Bizi Aşan Bir Şey mi?

Peki tüm bunlardan sonra gerçekliği tanımlayabiliyor muyuz?

Fiziksel gerçeklik dediğimiz şey, ölçebildiğimiz ve gözlemleyebildiğimiz şeyler.

Zihinsel gerçeklik, beynimizin içinde yarattığı dünyalar.

Algılarımız, gerçekliği nasıl gördüğümüzü belirliyor ama yanıltıcı da olabilir.

Mutlak gerçeklik var mı yok mu, hâlâ tartışmalı bir konu.


Belki de gerçeklik bizim onu anlamaya çalıştığımız süreçtir.

Kim bilir, belki de soruyu yanlış soruyoruz. Gerçeklik nedir? yerine Gerçekliği nasıl bilebiliriz? diye sormak daha doğru olabilir.

Bu konuda sen ne düşünüyorsun? Gerçeklik herkes için aynı mı, yoksa hepimiz kendi gerçekliğimizde mi yaşıyoruz?

Yazı kategorisi: Temel Felsefe

12.) Algı Yönetimi

Algı Yönetimi: Düşüncelerimiz Nasıl Şekillendiriliyor?

Bir gün sevgilinle oturuyorsun ve aranızda bir konu açılıyor:

O diyor ki: “Sen bana yeterince ilgi göstermiyorsun!”

Sen şaşırıyorsun: “Ne demek istiyorsun? Daha geçen hafta sana sürpriz yapmıştım!”

O devam ediyor: “Evet ama sosyal medyada herkes sevgilisinden her gün çiçek alıyor, sen hiç böyle şeyler yapmıyorsun!”

Dur bir dakika! Burada algı yönetimi devreye girdi. Gerçekten mi ilgisizsin, yoksa sevgilin sürekli belirli bir algıya maruz kaldığı için mi böyle düşünüyor?

Algı yönetimi işte tam olarak böyle çalışır. Gerçekleri olduğu gibi değil, nasıl sunulduğuna göre algılarız.

Peki, bu sadece ilişkilerde mi var? Hayır!

  • Siyasette, reklamlarda, sosyal medyada ve hatta haberlerde…
  • Markalar, politikacılar, hatta bazı arkadaşlarımız bile bilinçli veya bilinçsiz bir şekilde algılarımızı yönetmeye çalışır.

Bugün şu soruların peşine düşüyoruz:

  1. Algı yönetimi nedir?
  2. İnsanların düşüncelerini şekillendirmek için hangi teknikler kullanılır?
  3. Algı yönetimine karşı nasıl bilinçli olabiliriz?

Hadi gelin, gerçekle manipülasyon arasındaki ince çizgiyi birlikte keşfedelim!


1. Algı Yönetimi Nedir?

Algı yönetimi, insanların bir olayı, kişiyi veya durumu belirli bir şekilde görmesini sağlamak için bilinçli olarak yönlendirme yapma sürecidir.

Gerçekler değiştirilmez, ama sunuluş biçimi değiştirilir.
İnsanların nasıl düşünmesi gerektiği konusunda ince mesajlar verilir.
Duygular, kelimeler, imgeler ve medya kullanılarak algı oluşturulur.

Bu yüzden aynı olay, farklı şekillerde anlatıldığında tamamen farklı algılanabilir.

Örnek: Medyada Algı Yönetimi

Diyelim ki bir şehirde büyük bir protesto var. Ama farklı haber kanalları bunu farklı sunuyor:

  • Kanal A: “Halk, özgürlük ve adalet için sokaklarda!”
  • Kanal B: “Kargaşa ve kaos: Şehirde isyan çıktı!”

Aynı olay, ama biri pozitif bir algı oluşturuyor, diğeri negatif.

İşte algı yönetimi tam olarak böyle çalışıyor. Olayın kendisi değişmez, ama insanların onu nasıl algılayacağı değiştirilir.


2. Algı Yönetimi Teknikleri

Şimdi en sık kullanılan algı yönetimi tekniklerine bakalım.

A. Çerçeveleme (Framing): Olayı Farklı Açıdan Sunma

Aynı olay, farklı şekilde anlatıldığında algılar değişir.

📌 Örnek:
Diyelim ki sevgilin seni aradı ama açmadın.

Senin anlatımın: “Telefonum sessizdeydi, fark etmedim.”
Onun yorumu: “Beni umursamadın, açmadın!”

Olay aynı, ama farklı bir çerçevede sunulduğu için algılar değişti.

📌 Medya Örneği:

  • “Yeni vergi düzenlemesi halkı rahatlatacak!” (Pozitif çerçeve)
  • “Hükümet yeni vergi artışlarını onayladı!” (Negatif çerçeve)

📌 Nasıl korunuruz?

  • Olayı her zaman farklı açılardan görmeye çalış.
  • “Bu başka nasıl anlatılabilirdi?” diye düşün.

B. Tekrar Etme Etkisi (Illusory Truth Effect): Aynı Şeyi Tekrar Tekrar Söylemek

Bir şeyi ne kadar çok duyarsak, o kadar çok inanırız.

📌 Örnek:

  • Sevgilin sürekli “Beni hiç anlamıyorsun” derse, bir süre sonra sen de kendini gerçekten anlamayan biri olarak görmeye başlayabilirsin.
  • Bir markanın sürekli “Biz en kaliteli ürünüz!” demesi, gerçekten en kaliteli olduklarını göstermez, ama algıyı öyle oluşturur.

📌 Nasıl korunuruz?

  • Sadece sık duyduğun için bir şeye inanmamalısın.
  • Tekrar eden bir mesaj gördüğünde, gerçek kaynakları kontrol et.

C. Duygulara Hitap Etme

Bilinçli düşünmeyi devre dışı bırakmanın en etkili yolu duygulara dokunmaktır.

📌 Örnek:

  • Bir siyasetçi “Bu ülke hepinizin evi, biz bu evi koruyacağız!” dediğinde, mantıktan çok aidiyet ve korku duygularını kullanıyordur.
  • Bir reklamda “Bu parfümü sürersen, herkes sana hayran olacak!” diyorsa, aslında seni duygusal olarak yönlendiriyordur.

📌 Nasıl korunuruz?

  • Bir mesaj seni aşırı mutlu, korkmuş veya öfkeli hissettiriyorsa, bir adım geri çekil ve düşün.

D. Seçici Bilgi Sunma (Cherry Picking)

Sadece işine gelen bilgileri gösterip, geri kalanını gizlemek.

📌 Örnek:

  • Sevgilin, 10 kez mesaj attığında 9’una cevap verdiysen, ama o sadece 1 kez cevap vermediğin zamanı hatırlıyorsa, bu bir algı yönetimidir.
  • Bir politikacı “İşsizlik oranı düştü!” diyorsa, ama aynı anda enflasyon arttıysa, sadece işine gelen kısmı söylüyordur.

📌 Nasıl korunuruz?

  • Bir haber ya da olayın sadece bir tarafını değil, tamamını görmeye çalış.

3. Algı Yönetiminden Nasıl Korunuruz?

Tamam, artık biliyoruz ki algılarımız farklı tekniklerle şekillendiriliyor. Peki bundan nasıl korunacağız?

1. Farklı Kaynaklardan Bilgi Edin!

  • Tek bir haber kaynağına, tek bir kişiye ya da tek bir bakış açısına güvenme.
  • “Bu başka nasıl anlatılabilirdi?” diye düşün.

2. Duygusal Tepkini Kontrol Et!

  • Bir şey seni çok sinirlendirdi mi? Çok mutlu etti mi?
  • O zaman bir adım geri çekil ve düşün: “Bu mesaj, beni etkilemek için mi tasarlandı?”

3. Sorgulama Kültürü Geliştir!

  • “Bu bilgi eksik mi?”
  • “Bu olay başka nasıl çerçevelenebilir?”

4. Tekrar Eden Mesajlara Karşı Dikkatli Ol!

  • Sırf bir şeyi sık duydun diye doğru olduğunu düşünme.

Sonuç: Algılarımızı Koruyarak Gerçeğe Ulaşmalıyız

Bugün algı yönetiminin nasıl çalıştığını ve nasıl korunabileceğimizi öğrendik.

Özetle:

Algı yönetimi, gerçekleri değiştirmeden sunuş biçimini değiştirerek insanların düşüncelerini şekillendirir.
Çerçeveleme, tekrar etme etkisi, duygulara hitap etme ve seçici bilgi sunma en yaygın tekniklerdir.
Bu tekniklerden korunmak için farklı kaynaklardan bilgi edinmeli, duygularımızı kontrol etmeli ve sorgulayıcı olmalıyız.

Buraya kadar eleştirel düşünme adına bir çok temel kavram üzerinde durduk. Bu serinin 12. yazısıydı, buraya kadar gelmiş iseniz eminim ki bir şeyler öğrenmişsinizdir. Yine bu konularda aklıma gelen detaylar geldikçe bu seriye devam etmeyi düşünüyorum şimdilik bu kadar. Hoşçakalın

Yazı kategorisi: Temel Felsefe

11.) PROPAGANDA

Propaganda Teknikleri: Fikirlerimiz Nasıl Şekillendiriliyor?

Diyelim ki sevgilinle oturuyorsun ve aranızda klasik bir konu açılıyor: Hangi film daha iyi?

O diyor ki:
“Kesinlikle bu film en iyisi, çünkü IMDb puanı çok yüksek!”

Sen diyorsun ki:
“IMDb ne alaka? Bir sürü insan sırf trend olduğu için oy veriyor, ben kendi zevkime bakarım!”

Tartışma başlıyor. Ama aslında farkında olmadan ikiniz de bir tür propaganda etkisi altında karar veriyorsunuz.

O, otoriteye başvurma propagandasına kapılıyor (IMDb yüksekse, kesin iyidir).

Sen, kişisel deneyime aşırı güvenme eğilimindesin (Başkalarının ne düşündüğü önemli değil, sadece benim fikrim doğru).


Peki propaganda sadece filmlerle mi sınırlı?
Tabii ki hayır! Siyasetten reklamlara, sosyal medyadan günlük sohbetlerimize kadar her yerde.

Bugün şu soruların peşine düşüyoruz:

1. Propaganda nedir ve nasıl işler?


2. En yaygın propaganda teknikleri nelerdir?


3. Propagandaya karşı nasıl direnebiliriz?



Hadi bakalım, beynimizi şekillendiren güçleri birlikte keşfedelim!




1. Propaganda Nedir ve Nasıl Çalışır?

Propaganda, insanları belirli bir düşünceye yönlendirmek için kullanılan bilinçli bir iletişim yöntemidir.

Bunu yapan kişi veya kurumun amacı:

✔ İnsanları bir fikri desteklemeye yönlendirmek
✔ Belirli bir algı oluşturmak
✔ Davranışları kontrol etmek

Bazen propaganda iyi amaçlarla kullanılır (örneğin, “Sigara sağlığa zararlıdır” kampanyaları).
Ama bazen de insanları manipüle etmek için kullanılır (örneğin, “Bu ürünü almazsan mutlu olamazsın!” mesajları).

Peki propaganda nerede kullanılıyor?

Reklamlar (Bir şampuan markasının “en iyi” olduğunu iddia etmesi)

Siyaset (Adayların rakipleri hakkında olumsuz kampanyalar yürütmesi)

İlişkiler (Sevgilin sana “Beni gerçekten seviyorsan bunu yaparsın!” diyorsa, bir tür duygusal propaganda yapıyordur!)


Şimdi gelin, en yaygın propaganda tekniklerini inceleyelim.




2. En Yaygın Propaganda Teknikleri

A. Otoriteye Başvurma (Appeal to Authority)

“Bu kişi X dedi, o zaman doğrudur!” mantığı.

📌 Örnek:

“Dünyaca ünlü bir doktor bu ilacın harika olduğunu söyledi!”

“Sevgilim bana dedi ki, eğer beni seviyorsam onun istediği filmi izlemeliyim!”


📌 Nasıl korunuruz?

Otorite kişisinin gerçekten bu konuda uzman olup olmadığını sorgula.

Kendi araştırmanı yap, sadece tek bir kaynağa güvenme.





B. Korku Propagandası (Fear Mongering)

“Korkut, böylece istediklerini yaptır!” mantığı.

📌 Örnek:

“Eğer bu parti seçilirse, ülke batar!”

“Eğer bu ürünü kullanmazsan, saçların dökülür!”

“Beni aramazsan, kesin başka biriyle konuşuyorsundur!”


📌 Nasıl korunuruz?

Korkuya dayalı mesajlar gördüğünde, bir adım geri çekil ve gerçek verilere bak.

Manipüle edilip edilmediğini anlamaya çalış.





C. Bandwagon (Herkes Yapıyor, O Zaman Sen de Yap!)

İnsanların kalabalığa uymasını sağlamak için kullanılır.

📌 Örnek:

“Bu telefon modeli şu anda en popüleri, herkes alıyor!”

“Bütün arkadaşların sevgilisine çiçek alıyor, sen neden almıyorsun?”

“Milyonlarca insan bu diyeti uyguluyor!”


📌 Nasıl korunuruz?

Bir şeyin popüler olması, onun doğru olduğu anlamına gelmez.

Kendi ihtiyaçlarını ve mantığını kullanarak karar ver.





D. Duygusal Manipülasyon (Duygularına Oynama)

Birini mantıklı düşünmekten uzaklaştırmak için suçluluk, aşk, öfke gibi duygularını kullanma.

📌 Örnek:

“Gerçekten milliyetçiysen, bizim partiye oy verirsin!”

“Beni seviyorsan, o kişiyle konuşmayı bırakmalısın!”

“İyi bir insan olsaydın, bu bağışı yapardın!”


📌 Nasıl korunuruz?

Karşındaki kişi senin duygularını mı, yoksa mantığını mı hedef alıyor?

Gerçek bir sebep var mı, yoksa duyguların mı kullanılıyor?





E. Tek Taraflı Bilgi Sunma (Cherry Picking)

Sadece işine gelen verileri seçip, geri kalanları gizleme.

📌 Örnek:

“Bu ürün yüzde 90 etkili!” (Ama yüzde 10’luk başarısızlık oranını söylemiyor.)

“Ben sana her zaman iyilik yaptım!” (Ama tartışmaların sebebi olan şeyleri göz ardı ediyor.)

“Bizim ülke ekonomisi süper!” (Ama borç rakamlarını söylemiyor.)


📌 Nasıl korunuruz?

Karşıt görüşleri de dinle.

Eksik bırakılan bilgileri araştır.





3. Propagandaya Karşı Nasıl Direniriz?

Şimdi propaganda tekniklerini öğrendik. Peki bu manipülasyonlardan nasıl korunacağız?

✅ 1. Duygusal Tepki Vermeden Önce Düşün!

Bir haber, reklam ya da konuşma seni korkutuyor, öfkelendiriyor ya da suçlu hissettiriyorsa, önce bir dur.

Bu duygularımı manipüle etmek için mi yapılıyor? diye kendine sor.


✅ 2. Karşıt Görüşleri Araştır!

Tek bir kaynaktan gelen bilgiye inanma.

Farklı kaynaklardan kontrol et.


✅ 3. Kendi Kararını Ver!

“Herkes böyle yapıyor!” diyenlere inanma.

Bağımsız düşün, kendi mantığını kullan.


✅ 4. Dilin Kullanımına Dikkat Et!

“HERKES böyle düşünüyor!” gibi aşırı genellemeler içeren söylemler çoğu zaman manipülasyon içerir.

“Gerçekten herkes mi böyle düşünüyor?” diye sorgula.





Sonuç: Zihnimizi Korumak İçin Bilinçli Olmalıyız

Bugün propagandanın nasıl çalıştığını ve nasıl korunabileceğimizi konuştuk.

Özetle:

✅ Propaganda, insanları belirli bir düşünceye yönlendirmek için kullanılan bilinçli bir iletişim biçimidir.
✅ Korku propagandası, otoriteye başvurma, duygusal manipülasyon, bandwagon etkisi gibi teknikler kullanılır.
✅ Kendi kararlarını vermek, farklı görüşleri dinlemek ve duygusal tepkileri kontrol etmek, propagandaya karşı en güçlü savunmalardır.

Bir sonraki yazımızda, algı yönetimi ve insanların bilinçaltına nasıl mesajlar yerleştirildiğini konuşacağız.

Şimdilik hoşça kalın ve kendi düşüncelerinizin sahibi olmaktan vazgeçmeyin!

Yazı kategorisi: Temel Felsefe

10.) Komplo Teorileri

Komplo Teorileri: İnsanlar Neden Gerçeği Değil, Efsaneleri Seçiyor?

Diyelim ki kahveni alıp sosyal medyada dolaşıyorsun ve birden şöyle bir paylaşım görüyorsun:

🚨 “Ay’a hiç gidilmedi! NASA bizi kandırıyor!”
🚨 “Dünyayı yöneten gizli bir grup var, her şeyi onlar kontrol ediyor!”
🚨 “Tüm hastalıkların tedavisi var ama ilaç şirketleri saklıyor!”

Önce şaşırıyorsun. “Acaba doğru olabilir mi?” diye düşünüyorsun. Sonra yorumları okuyorsun, herkes birbirini destekliyor: “Evet, yıllardır bizi kandırıyorlar!”

Peki, gerçekten öyle mi?
Daha önemlisi, insanlar neden bu tarz komplo teorilerine inanıyor?

Bugün bu soruların peşine düşüyoruz:

1. Komplo teorileri nasıl çalışır?


2. İnsanlar neden komplo teorilerine inanır?


3. Komplo teorilerini nasıl tespit edebilir ve onlardan nasıl korunabiliriz?



Hazırsan, gerçek ile kurgu arasındaki ince çizgiyi birlikte keşfedelim!




1. Komplo Teorileri Nasıl Çalışır?

Öncelikle, komplo teorisi nedir?

Komplo teorisi, gizli güçlerin dünyayı yönettiğine veya büyük olayların perde arkasında kasıtlı olarak kurgulandığına dair iddialardır.

Genellikle şu formülde çalışır:

1️⃣ “Bunlar bizi kandırıyor!”
2️⃣ “Büyük güçler gerçeği saklıyor!”
3️⃣ “Sadece biz, gerçeği gören insanlarız!”

Komplo teorileri, insanlara bir anlam ve düzen hissi verir.
Çünkü belirsizlik ve karmaşıklık rahatsız edicidir. Ama “her şeyin arkasında bir plan var” düşüncesi, insanların kendini daha güvende hissetmesini sağlar.

Örnek: “Ay’a Hiç Gidilmedi!”

Ay’a ilk iniş gerçekleştiğinde (1969), birçok insan “Bu sahte!” dedi. Neden? Çünkü:

“Ay’a gitmek çok büyük bir olaydı, bu yüzden sahte olmalıydı.”

“Gölgelere baktım, bana tuhaf geldi!”

“NASA büyük bir yalan söylüyor, biz uyutuluyoruz!”


Oysa bilimsel kanıtlar, Ay’a gerçekten gidildiğini defalarca doğruladı. Ama yine de, bazı insanlar komplo teorilerine inanmaya devam etti.




2. İnsanlar Neden Komplo Teorilerine İnanır?

Komplo teorilerine inanmanın mantıklı ve psikolojik sebepleri var.

A. Belirsizlikten Korku

İnsan beyni bilinmezlikten hoşlanmaz. Eğer bir olay karmaşıksa ve tam olarak açıklanamıyorsa, insanlar bunu anlamlandırmak için komplo teorilerine yönelir.

📌 Örnek:
Büyük bir salgın çıktığında insanlar hemen şu tarz komplo teorilerine inanır:

“Bu laboratuvarda üretildi!”

“Büyük şirketler insanları hasta etmek için yaydı!”


Çünkü “Doğa, böyle bir virüs üretti” demek belirsizdir, ama “Gizli güçler bunu bilerek yaptı” demek daha net ve kontrol edilebilir hissettirir.

✅ Ne yapabiliriz?

Bilinmezlikten korkmak yerine, bilimsel araştırmaları takip etmeliyiz.





B. Grup Psikolojisi: “Herkes İnanıyor, O Zaman Doğrudur!”

İnsanlar, çevresindekilerin inandığı şeylere daha kolay inanır. Çünkü sosyal varlıklarız ve gruba ait hissetmek isteriz.

📌 Örnek:
Bir komplo teorisine inanan insanlarla aynı ortamdaysan, onların fikirleri sana çok mantıklı gelmeye başlar. Çünkü:

Aynı şeyleri tekrar tekrar duyarsın.

Karşıt görüşleri görmezsin.

Grubun parçası olmak istersin.


✅ Ne yapabiliriz?

Farklı görüşleri dinlemekten çekinmemeliyiz.





C. “Ben Özelim” Hissi

Komplo teorileri, insanlara kendilerini “özel” hissettiren bir anlatı sunar.

📌 Örnek:
“Medya herkesi kandırıyor, ama ben gerçeği biliyorum!”
“Onlar koyun gibi inanıyor, ama ben sorguluyorum!”

Bu his, insanlara zihinsel bir üstünlük duygusu verir ve komplo teorilerine daha çok bağlanmalarını sağlar.

✅ Ne yapabiliriz?

Bütün dünya kandırılıyor olabilir mi, yoksa belki de bazı insanlar yanlış mı düşünüyor? diye kendimize sormalıyız.





3. Komplo Teorilerini Nasıl Tespit Edebiliriz?

Şimdi asıl önemli kısma geldik: Bir komplo teorisini nasıl tanırız ve nasıl korunuruz?

İşte bazı ipuçları:

✅ 1. Aşırı Genellemeler ve Büyük İddialar Var mı?

“BÜTÜN bilim insanları yalan söylüyor!”

“HİÇBİR şey göründüğü gibi değil!”

“HERKES kandırılıyor, bir TEK biz gerçeği görüyoruz!”


Gerçek bilim böyle çalışmaz. Bilim, açık, test edilebilir ve yanlışlanabilir iddialara dayanır.

✅ 2. Gerçek Kanıtlar Var mı, Yoksa Sadece “Bana Mantıklı Geldi” mi?
Komplo teorileri genellikle sağlam kanıtlar yerine “Bana mantıklı geliyor” tarzı cümlelerle savunulur.

✅ 3. Alternatif Açıklamalar Göz Ardı mı Ediliyor?
Gerçek araştırmalar farklı hipotezleri değerlendirir. Ama komplo teorileri sadece kendi teorisini doğru göstermeye çalışır.

✅ 4. “Gizli Güçler” Söylemi Var mı?
Eğer bir teori “Tüm dünya bizi kandırıyor” diyorsa, muhtemelen bir komplo teorisidir.

✅ 5. Sadece Youtube Videoları ve Blog Yazıları mı Var?
Gerçek bilgi bilimsel makalelerde ve akademik kaynaklarda bulunur. Ama komplo teorileri genellikle kaynak olarak blog yazıları ve videoları kullanır.




Sonuç: Komplo Teorilerine Karşı Akıllı Olmak

Bugün komplo teorilerinin nasıl çalıştığını ve neden bazı insanların onlara inandığını konuştuk.

Özetle:

✅ Komplo teorileri, insanlara güven hissi verir ama genellikle bilimsel kanıtlara dayanmaz.
✅ Belirsizlik korkusu, grup psikolojisi ve “ben özelim” hissi, insanların komplo teorilerine inanmasına neden olur.
✅ Komplo teorilerini tespit etmek için iddiaların kanıtlarını, çelişkilerini ve bilimsel olup olmadığını sorgulamalıyız.

Bir sonraki yazımızda, propaganda tekniklerini ve insanların nasıl yönlendirildiğini konuşacağız.

Şimdilik hoşça kalın ve gerçekleri sorgularken mantıklı kalmayı unutmayın!

Yazı kategorisi: Temel Felsefe

9.) Yalanlar

Sahte Haberler ve Kandırma Teknikleri: Gerçekle Yalanı Nasıl Ayırt Edebiliriz?

Bir sabah uyanıyorsun, telefonunu açıyorsun ve sosyal medyada şöyle bir haber görüyorsun:

🚨 “Bilim insanları açıkladı: Çikolata yemek ömrü uzatıyor!”

Heyecanlanıyorsun. “Vay be, zaten seviyordum, şimdi daha çok yiyeceğim!” diye düşünüyorsun. Ama birkaç saat sonra başka bir haber görüyorsun:

🚨 “Yeni araştırmalar çikolatanın kansere yol açtığını ortaya koydu!”

Şimdi hangisi doğru? Birisi yalan söylüyor olmalı, değil mi?

Günümüzde sahte haberler, dezenformasyon (kasıtlı olarak yanıltıcı bilgi yayma) ve manipülatif içerikler her yerde. Ve gerçekle yalanı ayırt etmek her zamankinden daha zor.

Peki biz bu bilgi karmaşasında nasıl ayakta kalacağız?
İşte bu yazıda öğreneceğimiz konular:

1. Sahte haberler nasıl çalışır?


2. En yaygın kandırma teknikleri nelerdir?


3. Gerçek ile yalanı ayırt etmek için hangi yöntemleri kullanabiliriz?



Hazırsanız, bilgi çağının en büyük tuzaklarından birini birlikte keşfedelim!




1. Sahte Haberler Nasıl Çalışır?

Öncelikle şu gerçeği kabul edelim: Sahte haberler, bir hata sonucu değil, bilinçli olarak üretilir.

Amaç nedir?

İnsanları bir fikre yönlendirmek. (Siyasi, ekonomik veya toplumsal manipülasyon)

Tıklama almak. (“Clickbait” dediğimiz sansasyonel başlıklarla gelir elde etmek)

Korku ve panik yaratmak. (Komplo teorileri, kriz senaryoları)


Sahte haberlerin yayılması, duygularımıza hitap etmesiyle mümkün olur.
Yani şaşırtıcı, korkutucu, öfke uyandıran veya umut veren bir şey olduğunda, beynimiz hızla paylaşmak ister.

Örnek: “Şu Ünlü İsim Gerçek Yüzünü Gösterdi!”

Diyelim ki bir ünlü hakkında kötü bir haber gördün:

📰 “Ünlü aktör, kameralar arkasında asistanlarına korkunç davranıyormuş!”

Bu haber seni şaşırtıyor. Hemen paylaşmak istiyorsun. Ama gerçekten doğruluğunu kontrol ettin mi?

Çoğu sahte haber, bir kaynak göstermeden, anonim iddialarla ve belirsiz ifadelerle yazılır. Amaç, insanların mantığını değil, duygularını harekete geçirmek.




2. En Yaygın Kandırma Teknikleri

Şimdi sahte haberlerde ve manipülasyonda sıkça kullanılan bazı tekniklere bakalım.

A. Clickbait (Tıklama Tuzağı)

“GÖRDÜĞÜNÜZDE ŞOK OLACAKSINIZ!” tarzı başlıklar görmüşsünüzdür. Bunlar genellikle sansasyon yaratmak için üretilir ve çoğu zaman içeriğin kendisi, başlıktaki kadar büyük bir şey içermez.

📌 Örnek:
📰 “Bu Besini Yiyenler Ölümden Kıl Payı Kurtuldu!”
(İçeriğe girince aslında sadece bir kişinin bu besine alerjisi olduğu ortaya çıkıyor.)

📌 Nasıl korunuruz?

Sansasyonel başlıklara hemen inanma, içeriği kontrol et.

Kaynağın güvenilir olup olmadığını araştır.





B. Bilimsel Gibi Gösterme

Bazı sahte haberler, bilimsel terimler kullanarak insanları kandırmaya çalışır.

📌 Örnek:
📰 “Kuantum enerjisiyle suyunuzu şarj edin, hücrelerinizi yenileyin!”

“Kuantum” kelimesi karmaşık ve bilimsel görünüyor, değil mi? Ama burada kullanılan hiçbir şeyin gerçek bilimle ilgisi yok!

📌 Nasıl korunuruz?

Gerçek bilim kaynaklarına bak. (Bilim insanlarının görüşlerine, akademik araştırmalara göz at.)

“Çok bilimsel görünüyor ama açıklamalar belirsiz mi?” diye sor.





C. Duygulara Oynama (Korku, Öfke ve Umut Manipülasyonu)

Sahte haberler genellikle insanları korkutmak, kızdırmak veya ümitlendirmek için yazılır. Çünkü duygusal olarak yoğun hissettiğimizde, mantıklı düşünme yetimiz azalır.

📌 Örnek:
📰 “Dünyanın Sonu Yaklaşıyor: Bilim İnsanları Büyük Bir Felakete Hazırlanıyor!”

Bu haber panik yaratıyor. Ama gerçekten dünyadaki bilim insanlarının tamamı bu konuda hemfikir mi? Yoksa bu sadece sansasyon yaratmak için yazılmış bir şey mi?

📌 Nasıl korunuruz?

Haberi gördüğünde hemen tepki vermek yerine, bir adım geri çekil.

Daha sakin ve bilimsel kaynaklardan doğrulama yap.





D. Fotoğraf ve Videolarla Manipülasyon

Bir sahte habere inanmanı sağlamanın en güçlü yolu, görselleri kullanmaktır. Çünkü insanlar, gözleriyle gördüklerine daha çok inanma eğilimindedir.

📌 Örnek:
📰 “İstanbul’da Yabancıların Çeteleri Sokakları Ele Geçirdi!”
(Ancak kullanılan fotoğraf, aslında yıllar önce başka bir ülkede çekilmiş bir olaydan alınmış.)

📌 Nasıl korunuruz?

Görselleri Google Görsel Arama ile kontrol et.

Fotoğrafın ya da videonun gerçekten olayla ilgili olup olmadığını sorgula.





3. Gerçek ile Yalanı Ayırt Etme Yöntemleri

Artık kandırma tekniklerini biliyoruz. Peki sahte haberlerden nasıl korunacağız? İşte bazı sağlam yöntemler:

✅ 1. Kaynağı kontrol et.

Haber hangi siteden geliyor?

Güvenilir bir haber kuruluşu mu?


✅ 2. Başka kaynaklar var mı?

Sadece tek bir kaynak mı söylüyor?

Başka güvenilir haber siteleri de aynı olayı bildiriyor mu?


✅ 3. Görselleri ve bilgileri doğrula.

Fotoğraflar başka yerlerde kullanılmış mı?

Videolar bağlamından koparılmış mı?


✅ 4. Duygusal manipülasyona karşı dikkatli ol.

Haber seni korkutuyor, öfkelendiriyor veya aşırı heyecanlandırıyorsa, hemen paylaşma!

“Bu haberin amacı ne?” diye düşün.





Sonuç: Bilgi Karmaşasında Akıllı Olmak

Bugün sahte haberleri ve kandırma tekniklerini konuştuk.

Özetle:

✅ Sahte haberler, insanları yönlendirmek, korkutmak veya tıklama almak için üretilir.
✅ Clickbait, bilimsel gibi gösterme, duygulara oynama ve görsellerle manipülasyon en sık kullanılan yöntemlerdir.
✅ Kaynakları sorgulamak, alternatif haber kaynaklarına bakmak ve doğrulama yapmak, sahte haberlerden korunmanın en iyi yollarıdır.

Bir sonraki yazımızda, komplo teorilerini ve insanların neden onlara inandığını konuşacağız.

Şimdilik hoşça kalın ve bilgiyi sorgulamadan paylaşmayın!

Yazı kategorisi: Temel Felsefe

8.) Önyargılar

Bilişsel Önyargılar: Beynimiz Bizi Nasıl Kandırıyor?

Merhaba dostlar,

Şimdiye kadar eleştirel düşünme, mantık hataları, bilimsel düşünme ve rasyonel karar alma teknikleri gibi konuları konuştuk. Artık daha mantıklı düşünmenin ve daha sağlıklı kararlar vermenin yollarını öğrenmeye başladık. Ama burada bir sorun var: Beynimiz sandığımız kadar objektif değil!

Evet, yanlış duymadınız. Beynimiz, bizim farkında bile olmadığımız hatalar yapıyor.
Üstelik bunu o kadar doğal bir şekilde yapıyor ki, biz farkına bile varmadan yanlış kararlar veriyor, çarpık düşünceleri doğru sanıyor ve kendimizi haklı olduğumuza ikna ediyoruz.

İşte bu tuzaklara bilişsel önyargılar (cognitive biases) diyoruz.

Bu yazıda şunları konuşacağız:

1. Bilişsel önyargı nedir?


2. Beynimizin düştüğü en yaygın bilişsel önyargılar nelerdir?


3. Bu önyargılardan nasıl kaçınabiliriz?



Hadi gelin, beynimizin bizi nasıl kandırdığını birlikte keşfedelim!




1. Bilişsel Önyargı Nedir?

Bilişsel önyargılar, beynimizin bilgiyi hızlı ama hatalı şekilde işlediği zihinsel kısa yollardır.

Normalde beynimiz milyonlarca bilgiyle karşı karşıya kalır. Bunları hızlı bir şekilde analiz etmek zorundadır. Ancak her zaman mükemmel çalışmaz. Bazen daha az çaba harcamak için kestirme yollar kullanır ve bu da bizi yanıltır.

Örneğin, diyelim ki bir arkadaşın sana yeni bir araba alacağını söylüyor ve “Kırmızı arabalar daha hızlıdır.” diyor. Sen de hemen “Evet ya, haklısın!” diyorsun. Ama bu gerçek mi? Yoksa beynin gördüğü filmlerden, reklamlardan ve önceki tecrübelerinden dolayı seni yanıltıyor mu?

İşte bilişsel önyargılar tam olarak böyle işler. Gerçek gibi görünür ama çoğu zaman yanıltıcıdır.




2. En Yaygın Bilişsel Önyargılar

Şimdi beynimizin en sık düştüğü tuzakları tek tek inceleyelim.

A. Onaylama Önyargısı (Confirmation Bias)

Beynimiz, zaten inandığımız şeyleri destekleyen bilgileri seçer, ama karşıt görüşleri görmezden gelir.

📌 Örnek:
Diyelim ki sen kahvenin sağlığa çok iyi geldiğine inanıyorsun. İnternette araştırma yaparken “Kahvenin faydaları” diye aratıyorsun. Ama aslında “Kahvenin zararları” diye de arama yapmalıydın, değil mi?

📌 Nasıl kaçınırız?

Karşıt görüşleri özellikle araştır.

Sadece seni doğrulayan kaynakları değil, farklı fikirleri de oku.





B. Mevcut Durum Önyargısı (Status Quo Bias)

Beynimiz değişimden korkar ve mevcut durumu devam ettirmek ister.

📌 Örnek:
Bir şirkette uzun yıllardır çalışıyorsun ama artık mutlu değilsin. Daha iyi bir iş fırsatı var ama sırf değişimden korktuğun için yeni bir işe geçmiyorsun.

📌 Nasıl kaçınırız?

Değişimi otomatik olarak kötü bir şey olarak görme.

Riskleri değerlendir ama her zaman en güvenli seçeneğe sarılma.





C. Çapa Etkisi (Anchoring Bias)

İlk duyduğumuz bilgiye gereğinden fazla önem veririz.

📌 Örnek:
Bir mağazaya gittin ve bir montun üzerinde “Eski fiyatı: 5000 TL, İndirimli fiyatı: 2500 TL” yazıyor. Aslında montun gerçek değeri belki 2000 TL ama ilk gördüğün 5000 TL rakamı, sana 2500 TL’nin büyük bir indirim olduğunu düşündürtüyor.

📌 Nasıl kaçınırız?

İlk gördüğün bilgiye körü körüne güvenme.

Alternatifleri karşılaştır ve bağımsız düşünmeye çalış.





D. Dunning-Kruger Etkisi: Cehalet Özgüven Getirir

Bir konuda ne kadar az bilgimiz varsa, kendimizi o kadar bilgili sanırız.

📌 Örnek:
Hiç ekonomi okumamış biri “Faizleri indirsek ekonomi düzelir!” diyor. Ama aslında ekonomi çok karmaşık bir konu ve bu kadar basit bir çözüm yok.

📌 Nasıl kaçınırız?

Bildiğin konular hakkında “Acaba bilmediğim şeyler var mı?” diye düşün.

Alanında uzman insanları dinle, sadece kendi fikirlerine güvenme.





E. Seçici Algı (Baader-Meinhof Fenomeni)

Yeni öğrendiğin bir şeyle ilgili her yerde bilgi görmeye başlarsın.

📌 Örnek:
Yeni bir telefon almayı düşünüyorsun ve birden etrafındaki herkesin aynı telefona sahip olduğunu fark ediyorsun. Aslında bu telefon her zaman popülerdi ama sen yeni fark ettin.

📌 Nasıl kaçınırız?

Beynin sana oyun oynadığını unutma.

Rastlantıları fazla anlam yükleyerek yorumlama.





F. Kumarbaz Yanılgısı (Gambler’s Fallacy)

Geçmişte yaşanan olaylar, gelecekteki olayları etkiliyormuş gibi düşünürüz.

📌 Örnek:
Bir madeni parayı beş kez attın ve hepsinde “yazı” geldi. “Tamam, şimdi kesin tura gelir!” diyorsun. Ama her atışın %50-%50 olduğunu unutuyorsun!

📌 Nasıl kaçınırız?

Her olayın bağımsız olduğunu unutma.

İstatistikleri anlamadan büyük tahminler yapma.





3. Bilişsel Önyargılardan Nasıl Kaçınabiliriz?

Peki beynimizin bu hatalarına karşı ne yapabiliriz? İşte birkaç öneri:

✅ Kendi düşüncelerini sorgula. “Ben bunu gerçekten objektif mi düşünüyorum?”
✅ Farklı kaynakları oku. Sadece seni destekleyen bilgileri değil, karşıt görüşleri de incele.
✅ Beyninin hızlı karar verme eğiliminde olduğunu unutma. Hemen hüküm verme, biraz düşün.
✅ Bilinçli farkındalık (mindfulness) geliştir. Düşünce süreçlerini fark etmeye çalış.




Sonuç: Beynimize Güvenebilir Miyiz?

Bu yazıda, bilişsel önyargıları öğrendik ve fark ettik ki beynimiz her zaman bize doğru yolu göstermiyor.

Özetle:

✅ Bilişsel önyargılar, beynimizin hızlı ama hatalı kararlar vermesine neden olur.
✅ Onaylama önyargısı, çapa etkisi, Dunning-Kruger etkisi, seçici algı ve daha birçok hata zihnimizi çarpıtır.
✅ Bu hatalardan kaçınmak için düşüncelerimizi sorgulamalı, farklı kaynaklardan bilgi almalı ve hızlı karar vermekten kaçınmalıyız.

Bir sonraki yazımızda, kandırma ve sahte haber tekniklerini inceleyeceğiz.

Şimdilik hoşça kalın ve beyninizin size oyun oynamasına izin vermeyin!